Yrd. Doç. Dr.
Ferhat KORKMAZ
Batman
Üniversitesi, Fen-Edebiyat Fakültesi, Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü,
*korkmaz1871@hotmail.com
1932 yılında Tokat’ın Artova ilçesinde doğan Muzaffer
Erdost, ikinci yeni şiirinin kurulmasında ve gelişmesinde emeği geçen önemli yazar
ve yayıncılar arasındadır. 1956 yılında Ankara
Üniversitesi, Veteriner Fakültesi’ni bitirdikten sonra İkinci Yeni şiirinin
doğduğu yer olan Pazar Postası’nda
Yazı İşleri Müdürü olarak göreve başlar. Muzaffer Erdost bu göreve geldikten
sonra, gazetede İkinci Yeni poetikasına uygun şiirler daha çok yayımlanır ve
eleştiri ortamı hareketlilik kazanır. Pazar
Postası’nda yazdığı yazılarla dönemin edebiyat egemenlerine karşı henüz
çocukluk çağlarını yaşayan yeni şiiri savunur, kuramsallaştırmaya çalışır. Cemal Süreya, Sezai Karakoç, İlhan Berk,
Turgut Uyar ve Edip Cansever gibi yeni şiirin öncüleri, onun yazı işleri
müdürlüğü görevini yürüttüğü gazete sayesinde eserlerine emin bir sığınak, dingin
bir liman bulur.1950’li yılların en önemli ve ünlü sanat ve edebiyat
tartışmalarında bir “agora” bir “forum” olan Pazar
Postası’nın 3 yıl süreyle en uzun Yazı İşleri Müdürlüğünü yapan Muzaffer
Erdost’un İkinci Yeni üzerine değerlendirme ve yazıları İkinci Yeni şiirinin
doğuşu bakımından dikkate değerdir. Bu yazılar, dönemin sanat ve edebiyat
ortamının hareketlenmesinde önemli katkılar sunmuştur. Çalışmamızda Muzaffer
Erdost’un yaşamıyla birlikte İkinci Yeni şiiri üzerine yazdıkları ele alınacak,
sanat ve edebiyat görüşü üzerine bir değerlendirme yapılacaktır.
Anahtar
Sözcükler:
Muzaffer Erdost, İkinci Yeni, Şiir, Edebiyat.
1.Giriş:
Muzaffer Erdost,
İkinci Yeni hareketinin ortaya çıkmasında yayıncı, eleştirmen ve yazar olarak
pek çok katkı sağlamıştır. Onsuz bir İkinci Yeni şiiri düşünebilmek mümkün
değildir. Özellikle şiir hareketinin isim babası olması ve henüz hareket ortada
yokken ısrarlı savunuları İkinci Yeni’nin ortaya çıkması açısından milat
olmuştur. Pazar Postası’nın sayfalarını
yeniliğe açık tuttuğunu yıllar sonra mütevazi bir şekilde dile getirir (Erdost,
1997, s.112).Nitekim Gergedan
dergisinin 1987 yılında yayımladığı özel dosyada Muzaffer Erdost’un bu hakkı
teslim edilir: “…şüphe yok ki, yeniliği kuramsal yönden sürükleyen Erdost’un
yazılarıdır” (Batur, Haziran 1987, s.86).
16 Haziran 1956’dan 15 Mart 1959’a kadar Pazar Postası’nın en uzun süreli Yazı İşleri Müdürlüğü görevini
yürüten Muzaffer Erdost gazetenin idarehanesinin Ankara’dan İstanbul’a
taşınması sonucunda bu görevinden ayrılır. Şüphesiz ki Erdost’un Pazar Postası’nda görev yaptığı yaklaşık
üç yıl İkinci Yeni şiiri için hayati öneme sahiptir.
Muzaffer Erdost 1932
yılında Tokat’ın Artova ilçesinde doğar. Erdost ailesinin baba tarafından aslının
Oltu’nun Ardos köyüne, anne tarafından ise Yusufeli’ne dayandığı belirtilir (Erdost,
1990, s.13 ve Kansu, 2003, s.8) Çocukluk ve ilk gençlik yılları Artova’da
geçer. 1977 yılında Türk Dili
dergisine verdiği bir röportajda, Artova’nın çiftlik köyü olduğunu söyler. Erdost, çocukluk yıllarında yaşadığı Artova’ya
ilişkin izlenimlerini aktarır: “Oldukça geniş bir ovadır. Çocukluğumda buğday
ve arpa ekilirdi. Biraz da mercimek, fasulye, fiğ, yulaf vb. bitki örtüsü pek
zengin değildi, çiçekleri, otları, yemişleri, çağıldayan kaynakları pek az
tanıdım, dağların özlemini duydum. Ovadan üç küçük ırmak geçerdi. Birinde balık
tutar, birinde yıkanırdık. Üçüncüsü oldukça uzaktaydı. Irmak kıyılarında söğüt
ve kavaklar vardı. Evimizin önü şoseye bakardı. Şosenin iki yanına akasya
dikilmişti. Çiçek açtığını anımsamıyorum, ama sabahları akasyaya konan serçe ve
sığırcık kuşlarıyla uyanırdım.” (Erdost, 1997, s.81). Muzaffer Erdost öz
yaşamına ilişkin olarak verdiği bilgiler arasında dedesinin varlıklı babasının
ise yoksul olmasından ötürü kendisinde eşitlik ve adalet duygularının
pekiştiğini söyler. Dedesinden “sorumluluk sahibi tutarlı bir hoca”
(a.g.y.,s.81) olarak söz eder. Dedesinin hocalığı ile ilgili ayrıntı vermez.
Sadece Oltu’da 1. Dünya Savaşı sırasında imamlık yaptığı ve Ruslar tarafından
esir edildikten sonra Artova’ya yerleştiğini anlatır (Erdost, 1990, s.13). Muzaffer
Erdost aynı röportajda 1940 yılında iki kardeşinin öldüğünü dile getirir.[1]
1950 yılı Erdost için bir daha dönmeyeceği Artova’dan ayrılış yılıdır. Ankara
Üniversitesi Veterinerlik Fakültesini 1950-1956 yılları arasında okur (Erdost,
1991, s.6). 1956-1959 yılları arasında Pazar
Postası’nda yazı işleri müdürlüğü yapar. 1958-1963 yılları arasında Ulus gazetesinde çalışır, 1963-1965
yılları arasında Şemdinli’de bulunur. 1956’dan itibaren yayıncılık faaliyetleri
içindedir. Açık Oturum (1958-1960) Sol (1965’ten günümüze) ve Onur (1980’den
günümüze) yayınlarını kuran (Erdost, 1990, s.6 ve Erdost, 2010, s.242) Muzaffer
Erdost bugün için Kızılay-Karanfil Sokak’ta bulunan İlhan İlhan Kitabevi’nin
işletmesini sürdürmeye devam etmektedir.
Muzaffer Erdost
1948’de şiire başlar. 1951’de ilk deneme ve eleştiri yazıları çıkar. 1952’de
ilk öyküsü yayımlanır. Erdost’un yayıncılık alanında asıl kimliğini bulması Pazar Postası yazı işleri müdürlüğüne
Cemil Sait Barlas tarafından getirilmesi sayesindedir. Bundan sonra onun
hayatında en önemli olan yayıncılık faaliyetleri olacaktır. Muzaffer Erdost’un
şiir, anı, öykü, eleştiri türünden pek çok eseri vardır. Derli toplu bir
biyografisi henüz yazılmayan Erdost’un eserlerini burada zikretmenin faydalı
olacağı kanaatini taşıyoruz. Muzaffer Erdost’un eleştiri, araştırma, anı,
anlatı, şiir, öykü ve deneme olarak tasnif ettiğimiz tüm eserleri aşağıda
verilmiştir.
Eleştiri: Türkiye Sosyalizmi ve Sosyalizm
(1969), Türkiye Üzerine Notlar (1970), Kapitalizm ve Tarım (1984), Bilim ile
Yazın Arasında (1984), Ulus, Uluslaşma,
Demokratikleşme (1991), Türkiye’nin Kararan Fotoğrafları (2003), Faşizm ve
Türkiye, Kuşatılmış Ülke Kuşatılmış Yazılar, Sosyalizmi Seviyorum , Küreselleşme ve Osmanlı Millet Modeli Makasında
Türkiye, Yeni Dünya Düzenine Zorlanması Odağında Türkiye, Pandora'nın Bir Başka
Kutusu, 12 Eylül Turkaları, 12 Eylül’in
İki Yüzü, 12 Eylül’ün Büyük Babaları, Azınlıklar Sorunu, Kan ile Kardeş, Türkiye 2009, Türkiye’ye Kefen Biçenler (2010),
Sosyalizm Tartışmaları (2012), Nefes Alamıyorum (2012) Araştırma: Osmanlı İmparatorluğu’nda Mülkiyet İlişkileri (1984), Asya
Üretim Tarzı ve Osmanlı Mülkiyet İlişkileri, Şemdinli Röportajı (1987), Üç Şair
/ Nazım Hikmet, Cemal Süreya, Ahmed Arif (1994) Anı:
İlhan İlhan (1983), Bir Fotoğrafa Altyazı / İki 7 Kasım (1991), Hiç Ölmedim Ben
Anlatı:
Onu Anlat İşte (1989), Şiir: Havada
Kalan Güvercin (1990), Öykü: Ey
Karanlık Mavi Güneş (1990), Deneme:
Adam İçin Türevler (1990), Kanı Kanla Yıkamak (1994), İkinci Yeni Yazıları (1997),
Şiirin U Dönüşü (2009), Üç Sivas.
İkinci
Yeni
“İkinci Yeni” ifadesi
şüphesiz ki Birinci Yeni’nin ardından gelen yeni şiir hareketi olduğu için
kullanılmıştır. Ancak bu ifadeyi, Birinci Yeni yani Garip şiirinin devamı
olarak değerlendirmemek gerekir. Bu bağlamda, “İkinci” ifadesi “post” ifadesinin karşılığı olarak yani
postmodernizmin modernizmin devamı olmadığı; ancak ondan kaynaklandığı ve sonra
geldiği için bu adlandırmayı alması biçiminde olduğu gibi değerlendirilmelidir.
İkinci Yeni şiiri de Birinci Yeni’nin devamı değil; ancak ondan kaynaklanmış ve
sonra gelmiştir.
1950’li yıllarda belirli
aralıklarda yayımını sürdürmüş olan Yeditepe,
A, Yenilik, Şiir Sanatı ve Seçilmiş
Hikâyeler gibi sayfalarını her türlü yeniliğe açmış ve İkinci Yeni
poetikasına uygun şiirler yayımlayan
dergilerin yanında Pazar Postası’nın İkinci Yeni hareketinin doğmasında üstlendiği
önemli rolden yeri gelmişken söz etmek gerekmektedir. Özellikle Muzaffer
Erdost’un 16 Haziran 1956’dan itibaren yazı işleri müdürlüğü görevine
getirilmesiyle, açıkça İkinci Yeni şiirinden söz edilmeye ve İkinci Yeni’nin
Türk edebiyatında uzun seneler boyunca konuşulacak edebî tutumunun nedenleri
açıklanmaya başlanmıştır.
İkinci Yeni ifadesi,
ilk defa Muzaffer Erdost’un 19 Ağustos 1956 tarihli Son Havadis’teki “İkinci Yeni” başlıklı yazısında kullanılmıştır.[2] Muzaffer
Erdost, yayımladığı kuramsal yazılarında daima şiirin ideoloji örgüsünden
bağımsız olması gerektiğini ve İkinci Yeni şiirinin Ankara merkezli yeni
kültürün bir hareketi olduğunu savunmuştur (Erdost, 1987, s.88 ve Erdost, 2009,
s.29). Ancak Edebiyat tarihi incelemelerinde, bir hareketin ortaya çıkışında
etkili olan sosyal ve siyasal ortam ile sanat edebiyat ortamının ortaya
çıkardığı önemli süreç hesaba katıldığında bıçak sırtı gibi bir ayrımın ortaya
konmasının doğru olmayacağı kanaatini taşıyoruz. Nitekim Alâattin Karaca da, bu
konuyla ilgili olarak, “... İkinci Yeni, edebiyat tarihi açısından Muzaffer
Erdost’un 19 Ağustos 1956 tarihli Son Havadis’teki ‘İkinci Yeni’ başlıklı
yazısıyla başlatılabilirse de, hareketin doğuş sürecini göz ardı etmeye neden
olabileceğinden böyle bir yaklaşımdan kaçınmak gerekiyor.” (Karaca, 2005, s.89)
der.
2. Muzaffer Erdost’un
İkinci Yeni Üzerine İlk Yazıları
Muzaffer Erdost’un Pazar Postası’nda ilk defa 26 Ağustos
1956 tarihli “Artı Bir” başlıklı yazısında İkinci Yeni ifadesiyle karşılaşmaktayız.
Muzaffer Erdost’un yukarıda söz ettiğimiz iki yazısını ise, İkinci Yeni
şiiriyle ilgili olarak geniş ölçüde yapılacak tartışmaların esas kaynağı olarak
görmek gerekir.
Pazar
Postası’nın
ikinci yayım dönemi olarak değerlendirdiğimiz 1956-1959 yıllarında, İkinci Yeni şiiri anlayışına uygun pek çok
şiir yazılır; İkinci Yeni’yi işleyen tartışma, makale ve deneme yayımlanır.
Böylece Muzaffer Erdost sayesinde Pazar
Postası, 1956’dan sonraki yayım döneminde asıl kimliğini bulur ve İkinci
Yeni tartışmalarıyla geniş yankılar uyandırır.
Yukarıda da
belirttiğimiz gibi Muzaffer Erdost’un 19 Ağustos 1956 tarihli Son Havadis’te yayımlanan “İkinci Yeni”
başlıklı yazısına kadar olan dönemi hazırlık dönemi olarak değerlendireceğiz. Pazar Postası’nda ise yine Muzaffer
Erdost’un 26 Ağustos 1956 tarihli “Artı Bir” başlıklı yazısını başlangıç olarak
kabul edeceğiz. Çünkü bilindiği gibi Muzaffer Erdost’un “İkinci Yeni” ve “Artı
Bir” başlıklı yazıları İkinci Yeni ile ilgili tartışmaların ortaya çıkmasına
neden olmaktadır. Bu tarihlerden sonra, Pazar
Postası sayfalarında yazar ve şairler İkinci Yeni şiiri hakkındaki
görüşlerini geniş olarak açıklamaya başlamışlardır. Biz de çalışmamızda, Pazar
Postası’nın 26 Ağustos 1956 tarihli sayısına kadar İkinci Yeni şiirine temel
olan görüşlerin açıklandığı yazıları genellikle kronolojik sıra gözeterek
inceleyeceğiz. Çalışmamızın devamında ise, şair ve yazarların İkinci Yeni ile
ilgili ifade ettikleri görüşleri konularına göre tasnif ederek ele alacağız.
Pazar
Postası’nın
1956’dan sonraki yayım döneminde İkinci Yeni şiirini imleyen ilk yazı, Muzaffer
Erdost’un 5 Şubat 1956 tarihli “İkili” başlıklı yazısıdır. Güner Sümer’in Forum dergisinde yayımlanan “Şiir
Kitapları Üzerine” başlıklı yazısı üzerine kaleme alınmıştır. Güner Sümer, bu
yazısında Metin And’ı tek yönlü, kişi tutan bir yazar olarak tanıtmıştır. Metin
And, daha önce Attilâ İlhan’ı eleştirerek Cahit Külebi, Necati Cumalı gibi şairleri
övmüştür. Güner Sümer ise, söz konusu yazısında, “Bay And’ın alkış tuttuğu
Birseller, Asaflar, Cumalılar, Külebiler ne yapıyor? Topluma sırtlarını
çevirmişler, şiirleri öz bakımdan şöyle bir teraziye vurulacak olursa sıfır
noktasında oldukları görülür. Birisi tekerlemelerle, birisi şiir olmayacak
hikmetlerle, bir diğeri de düşleriyle tüketiyor gününü. Sayın And’a ve övdüğü
şairlere sormak isterim: Güllük gülistanlık, sancısız bir dünyada mı
yaşanıyor?” (Erdost, 1956a, s.7) şeklindeki görüşleri dile getirir.
Muzaffer Erdost,
Güner Sümer’in kişi tutan bir yazarı eleştirirken kendisinin de kişi tuttuğunu
belirtir. Erdost, Sümer’in övdüğü şair olan Attilâ İlhan’ın da eleştirdiği
diğer şairler gibi bireysel konuları (aşk) işlediğini dile getirir. O, kendi kuşağının
genel anlamıyla toplumsal sorunlara ilgisiz olduğunu savunmuştur. İkinci Yeni
şiirinin genellikle toplumdan kopuklukla suçlandırıldığı dikkate alınırsa, bu
yazıdaki görüşlerden 1956 yılının başında, şiir ve toplum konusunun
tartışıldığı ortaya çıkmaktadır.
İkinci Yeni
tartışmaları henüz geniş yankı bulmadan Pazar
Postası’nda yine Muzaffer Erdost imzalı ve şiirde soyutlamayı işleyen,
ilkinin 5 Şubat 1956’da yayımlandığı kimi yazılarla karşılaşmaktayız. Şiirde
soyutlama yapmanın İkinci Yeni tartışmaları içinde baştan sona kadar
güncelliğini koruduğu düşünüldüğünde ele alacağımız yazılar, İkinci Yeni’nin
ilk belirtilerinin ortaya çıktığı yazılar olarak edebiyat tarihimizdeki yerini
almıştır.
Muzaffer Erdost,
“Dörüt Gerçeği” adlı yazısında sanatın çağdaş gelişmelere ve yeniliklere
paralel olarak bir soyutlamaya yöneldiğini savunur.“Bugün başta resim, sonra
şiir, daha sonra öykü bir soyut dizgiye (sisteme) doğru kaymaktadır. Bilim
geliştikçe, toplumsal düzende yeni iş bölümleri doğdukça, resim, şiir, öykü bir
bunaltı içinde kalmıştır.” (Erdost, 1956a, s.7) Erdost’a göre, sanat dallarında
soyuta gidişte, sanat dallarının kapsadığı kurallar ve yöntemler içinde bütün
olanaklarını denemesiyle kendi kendini tıkaması da etkilidir. Bu durum
sanatçının yeni değerler aramasına neden olmaktadır.
“Dörütmenin
soyutlamaya gitmesi onun yaratma gücünü, yaratma olanaklarını çok
genişletmiştir.” (Erdost, 1956a, s.7)
diyen Erdost, soyutlamanın tanımını şu şekilde yapar: “Dış gerçeği kuran
varlıklar, kesiksiz bir düzgü kurmuşlar, birbirleriyle iç içe girmişler.
Soyutlama, bu düzgüyü kaldırmak, bu içiçe geçişi parçalamaktır. O zaman
kavramlar, bağlarından kurtuluyor, sanırsınız bir özgürlüğe kavuşuyor.” (Erdost,
1956, s.7) İkinci Yeni tartışmalarının mihenk noktalarından birini oluşturan ve
sözcüklerin anlam bağından çözülerek rastlantısal bir anlamı meydana getirmesi
ve şiirin kelimeye dayanmasının ilk nüveleri olarak değerlendirilebilir.
Muzaffer Erdost, 29
Nisan 1956’da yayımlanan “Rmv2e” adlı yazısında ise yaşanılanla yazılanın ayrı
ayrı şeyler olduğunu belirtir. Erdost, burada sanatın temelde bir soyutlamaya
gitmek olduğunu vurgular: “... dörüt gerçeği kurmak çabasındadır. Ama bu hiçbir
zaman kişioğlunun gerçeklerinden, kopmak ayrılmak gibi bir şey değildir. Çünkü
dörüt gerçeği, kişioğlunun gerçeklerinin anlatılmasıdır. İşte bu anlatım dörüt
gerçeğinin kendisidir.” (Erdost, 1956b, s.7)
Muzaffer Erdost’un 6
Mayıs 1956 tarihli Pazar Postası’nda
yayımlanan “Soyut” adlı yazısında, yeni şiirin soyutlamayı seçtiğini dile
getirir. Erdost’a göre, insanın özgür düşünmeye ulaşması, alışılmış olandan
kurtulmasıyla mümkündür. Erdost, Cemal Süreya ve Attilâ İlhan’dan çeşitli
dizeleri örnek vererek soyutlamayı açıklar. Ona göre soyutlama, insan
yaşantısının ve doğa gerçeklerinin dışına çıkmaktır: “Kişioğlu dilciklerle
düşünürse – ki doğrudur – kişioğlu içindeki düşünceleri dilciklerle
biçimlendirir. Yeni söz dizeleri, yeni söz kuruluşları içimizde biriken
duyguları, düşünceleri biçimlendirmeyi, dolayısıyla kendi kendimize boşalmayı
sağlar. Bugün yırda, daha çok bir yaşantıyı anlatmıyorlar; dilcikler arasındaki
olanakları deniyorlar, ya da yaşantıları yepyeni bir noktadan anlatıyorlar. Bu
ancak dilciklerin soyutlamasıyla ulaşılır bir şey.” (Erdost, 1956c, s.7) diyen
Erdost’a göre, soyutlamaya ulaşmak için, kelimeleri anlamlarından koparmak
gerekir.
Muzaffer Erdost’un
sanatta soyutlama, anlam ve sözcüklerle ilgili görüşlerinin uyandırdığı tesir
ile Orhan Duru, Pazar Postası’nın 15
Nisan 1956 tarihli sayısında yayımlanan “Açık-Seçik” adlı yazısında şiirde
kapalılık – açıklık konusunu ele alır. Karanlık yazmanın moda haline geldiğini
savunur, bunun şiir ve öykülerde bol bol görüldüğünü belirtir. Turgut Uyar’ın
şiirin biraz karanlık olması gerektiği görüşüne yer verdikten sonra bunun
yenilik adına savunulduğunu ifade eder. Eski çağlarda, Yunan ve Roma
İmparatorlukları döneminde, açık yazma isteğinin bulunduğunu; ancak kapalı ve
karanlık yazmanın Orta Çağ’da ortaya çıktığını ifade eden Duru, totaliter
devletlerde baskıdan dolayı şairin karanlık şeyler yazdığını savunur. O, Türk
edebiyatındaki karanlık yazma eğilimini, “Bizde olsa olsa kamu düşüncesinin
yazar üzerine baskı yaptığı söylenebilir.” (Duru, 1956, s.6) şeklinde açıklar. Bir şiirin ya da öykünün
karanlık yazılmasına karşı olduğunu belirterek;
“Ama öyle şiirler, hikâyeler olabilir ki onlar ilk bakışta anlaşılmaz,
karanlık gözükürler. Bir de bakarsınız altından pırıl pırıl bir gün ışığı
çıkıyor.” (Duru, 1956, s.6) der.
Muzaffer
Erdost’un M. Sünullah Arısoy’un Rapor dergisinin 5. sayısında yayımlanan
“Bitmeyen Kavga” adlı yazısı üzerine kaleme aldığı “Boş Kavga” başlığını
taşıyan yazısı bu hazırlık dönemi için dikkate değerdir. Arısoy, söz konusu
yazısında kuşak kavgasından söz eder.
Genç ve yaşlı kuşak diye iki ayrı sınıflandırma yaparak genç kuşağı eleştirir. Gençlerin bir lidere
ihtiyacı olduğunu savunan Arısoy’u eleştiren Erdost, kuşak kavgalarının sanata
ve sanat eserine bağlı olmadığını, bunun bir boşluk ve dedikodu havası içinde
geliştiğini vurgular.
Genç kuşağın toplumcu
görüntüsünün yalnızca bir dış görünüş olduğunu belirten Erdost, karşı çıktığı eski kuşaktan daha bireyci
olabileceğini dile getirir: “Genç kuşağın tuttuğu yazarlar var ki bunlar karşı
oldukları yazarlardan kimi zaman daha çok bireycidirler, kimi zaman daha çok
dış yaşantılardan, dış gerçeklerden kopmuşlardır. Örnek mi? İlhan Berk’in son
yırları... Örnek mi? Cemal Süreyya, Turgut Uyar, Attilâ İlhan...” (Erdost,
1956d, s.7)
Genç öykücülerin
kendi işlerine, kendi karanlıklarına yöneldiğini ifade eden Erdost, Oktay
Akbal’ın eski kuşağa mensup olmasına karşın daha gerçekçi olduğunu dile getirir.
Gençlerin toplumcu, eskilerin bireyci olarak gösterilmelerinin doğruyu
yansıtmadığını belirterek, gerçek guruplaşmanın eski-yeni şeklinde değil, fikir
guruplaşması şeklinde olduğunu ifade eder: “....bizdeki bu ikilik nerden
geliyor: Bence bu ikilik, belli bir düşünü ayrılığının sonuçları değildir.
Gençlerin alışılmışa karşı olan tepkisidir. Bizden önceki kuşağın getirdiği
yenilik, bugün <<alışılmış>>ın kendisidir. Genç kuşak, işte bu alışılmışa
karşı duruyor, sanıyorum. Bunun için de, bizdeki kuşak kavgası, salt eski-yeni kavgası
olmaktan kurtulamıyor.” (Erdost, 1956d, s.7)
Muzaffer Erdost’un 26
Ağustos 1956’ya kadar yayımlanan ve yeni şiirin gelmekte olduğunu imlediği son
yazısı “İlhan Berk” başlığını taşımaktadır. İlhan Berk’in yeniliğe son
şiirlerindeki (üç şiir) değişiklikler ve mısralarındaki değişimlerle vardığını
ifade eder: “Şiiri önce mısra mısra düşünmek, mısralardan bütüne varmak, ozanı
değişik bir takım sonuçlara götürdü sanıyorum.” (Erdost, 1956e, s.7) İlhan
Berk’in şiiri kurmasını, yenilik olarak değerlendiren Erdost, bunun yeni mısra
şekliyle sağlandığını vurgular: “Bir şiirde mısralar üzerinde iyice durmak ayrı
bir şey. İlkin mısralardan işe başlamak, mısraları ayrı ayrı bulmaktır ki, bu,
mısraları bir çeşit bağımsızlığa götürüyor. Bir mısranın kapsayacağı (içine
alacağı) düşünceler, duygular, yaşantılar, ne kadar yerleştirildiği bir şiirde
altındaki, üstündeki mısralarla bağlar kuruyorsa da bunların bütünü bir olayı
belirli bir düzeyde anlatmıyorlar.” (Erdost, 1956e, s.7) Bu görüşler yeni şiirde anlamın rastlantısal
olduğu yönündeki görüşlerle benzerlik taşımaktadır. Erdost, İlhan Berk’in “Paul
Klee’de Uyanmak”, “Ağır Ot” ve “Sokak” adlı şiirlerinden yola çıkarak yeni
şiirin dayanaklarını anlatmak istemektedir. Erdost’a göre, bu yeni dayanaklar,
şairin şiire mısradan varması ve kelimeler arasındaki anlam bağlarını koparıp
yeni anlamlara varmasıdır.
Muzaffer Erdost,
“Artı Bir” adlı yazısını İlhami Soysal’ın 5 Ağustos 1956 tarihli Pazar Postası’nın 32. sayısında
yayımlanan “Dergiler Arasında” adlı köşesinde iyi şiirin birkaç örnek dışında
yazılmadığı yönündeki görüşleri üzerine kaleme alır. Bu yazısında, yeni şiirin
kurulduğunu ve Türk şiirinin duraklama içinde olduğu iddialarının temelsiz
olduğunu dile getirir (Erdost, 1956f, s.7).
İkinci Yeni
tartışmalarında Muzaffer Erdost’un “Şiir Diline Doğru” adlı yazısı son derece
önemlidir. Bu yazıda, uzun süre tartışılacak ve şiirin kelimelerle kurulduğu
konusu yeniden gündeme taşınır. “Şiir Diline Doğru” adlı yazısını, Melih Cevdet
Anday’ın Aralık 1956 tarihli Yeditepe’de
yayımlanan “Bir Sözün Anlamı” başlıklı yazısı üzerine kaleme alır. Melih Cevdet
Anday, yazısında şiirin kelimelerle kurulduğunu savunmuştur. Ayrıca Anday,
Orhan Veli’nin “Söz” adlı şiirini, şiirin kelimelerle kurulduğu savına örnek
olarak göstermiştir.
Muzaffer Erdost ise,
Orhan Veli’nin “Söz” adlı şiirinin kelimelerle değil, dil ile yani günlük konuşma
diliyle kurulduğunu savunur. Şiirin kelimelerle kuruluşunun söz konusu örnekten
farklı olduğunu belirten Erdost, Orhan Veli’nin sevdiği sözleri bir araya
getirdiğini, bunun da kelimelerle şiir kurmak demek olmadığını dile getirir.
Şiirin kelimelerle kurulmasına şöyle açıklık kazandırır: “Şiiri kelimelerle
yapmak, bir konuya bir düşünceye, bir duyguya bağlanmaksızın kelimelerle mısra
kurmak, yanyana gelen kelimeler arasındaki olanakları deniyerek yeni
bileşkelere, yeni sözlere varmaktadır. Bugün ozanlarımızın bir çoğu bunu
deniyor. Böylece bir şiir dilinin kurulmasına çalışıyorlar. Örneğin, Pazar
Postası’nın bu sayısında yayımlanan Ece Ayhan’ın <<Deniz Kızı
Eftelya>> adlı şiiri şöyle bitiyor: <<Halklar olmak istemişti
Cumhuriyette üç aylar salılara>>. Bu mısranın kuruluşu konuşma dilinden
alınmamış. Aynı zamanda bu kuruluş, bu söyleyiş dolayısıyla burda kelimelerin
yeniden kazandığı yükler konuşma diline geçecek de değil. Yalnız şiir dilinde
kalacak, şiir dilinin kurulmasına belki ilk basamaklar olacak. Bu çabaları, bu
çalışmaları yüklenen bir sözü Orhan Veli’de, Cahit Sıtkı’da ne için harcıyoruz,
onları anlamsızlaştırıyoruz. Yeni yeni kurulmaya başlayan bir şiir dili var.
Ancak onlar şiirin kelimelerle yapıldığını bilinçle anlıyorlar, uyguluyorlar...
Bundan ötesi söz ola...” (Erdost, 1956g, s.12)
Pazar
Postası’nın 23
Aralık 1956 tarihli sayısında yayımlanan ve İkinci Yeni tartışmalarında önemli
bir yeri olan “Bir şey söylemiyen şiir” başlıklı yazısını, Ece Ayhan’ın
şiirlerinin anlamsız olduğu yönündeki görüşler[3]
nedeniyle kaleme alan Erdost, İkinci
Yeni’nin anlamsızlığı seçmediğini şu sözlerle ifade eder: “Ece Ayhan’ın
şiirleri iyi ya da kötü olabilir. Önemli olan, ikinci yeni diyebileceğimiz bir
şiirin ozanlarından birini, <<Bir şey söylemiyor.>> diye kınamak,
günümüzün şiirinde beliren akınlardan birini anlamamaktır. ” (Erdost, 1956h,
s.7)
Erdost, İkinci
Yeni’nin temel niteliklerinden de söz eder: “Yeni şiir de (bir iki ozanı
ayırırsak) doğrudan doğruya kelimeler arasındaki olanakları deniyerek, yeni bileşkelere,
yeni güzelliklere varıyor. Bu, yeni şiire aynı zamanda şiir diline atılmış ilk
adımdır. Bu şiir bir şey söylerse söylediği rastlansaldır. Yani ozan bir
düşünceyi, bir duyguyu, bir olayı anlatmak için mısra kurmaya gitmez.
Kelimeleri alır, onlardan mısrasını kurar. Ama sonunda şiir gene bir şey
söyler. Çünkü, ozanın kelimeleri uydurma, ya da yabancı kelimeler değildir.
Bizim kelimelerimizdir. Onların bizde uyandıracağı elbette yükleri vardır.
<<El>> deyince, bu kelime herkese bir şey çağırır, kimse de bu
çağrışımdan kendisini kurtaramaz. Dolayısıyla bu kelimelerin birleşiminden de
bir şey doğacaktır. O mısralar da bir şey söyleyecektir. Ama bu
<<söylenen>>, mısra kurulduktan sonra, kendiliğinden ortaya
çıkacaktır. Çünkü, bu şiirin amacı bir şey söylemek değil, şiirin kendisini
kurmaktır. Böylece şiir dili, konuşma dilinden, ayrılıyor. Çok zaman
tartışmanın konusu olarak ileri sürülen bir söz vardı: Şiiri yazından
(edebiyattan) ayırmak, dürüst adıyla tanımak... Bu günkü şiir akımı kurmaya
başladığı şiir diliyle, öyküden, romandan, denemeden giderek ayrılacak. Şiir
doğrudan doğruya kelimelerle yapılan kurulan bir nitelik kazanacak, dörütün bir
kolu olacak. Salt geometrik biçimlerle,
renklerle kurulmuş bir desen, bir nakış gibi.” (Erdost, 1956h, s.6) Fazıl
Hüsnü’nün şiirlerinin karanlık olduğunu, İkinci Yeni’nin Fazıl Hüsnü’nün
şiirine benzemediğini belirten Erdost, İkinci Yeni’nin bir şey anlatmadığını,
bir şey söylemediğini dile getirir
Muzaffer Erdost,
Oktay Rıfat’ın Perçemli Sokak adlı eseri üzerinde durduğu “Bir Kırık Çizgi” adlı
yazısında, Oktay Rıfat’ın şiirlerinde
yeni bir şiirin gerektiğini duyduğunu dile getirerek, Ferit Edgü ve Can
Yücel’in kendi düşüncelerine yalnızca bir yönüyle yaklaştığını ve yanılgıya
düştüklerini ifade eder. Oktay Rıfat’ın şiiri kelime sanatına götürdüğünü ifade
ettiğini vurgulayan Erdost, yine Oktay Rifat’ın şiiri unuttuğunu savunur (Erdost,
1956i, s.11).
Erdost, “Bir Kırık
Çizgi”’de sanatçının insan hakları, özgürlük, ekonomik kalkınma gibi sorunları
gidermesi ve sanat eserinin bu işlevi yerine getirmesi gerektiği savunur.
Erdost, Cumhuriyet’le birlikte özgürlük sorununun çözüldüğünü; ancak toplumun
kendi içinde özgürlüğü ve insan haklarını yerleştiremediğini vurgular.
Sanatçının, tıkanan toplumun önünü açmak sorumluluğunun olduğunu dile getiren
Erdost, Cumhuriyet kuşağında, Namık Kemal’in kendi devrinde yerine getirdiği
görevi getiren şairlere ihtiyaç olduğunu belirtir (Erdost, 1956j, s.7-11).
Muzaffer Erdost,
Attilâ İlhan’ın, “Toplum Zoru” başlıklı yazısını eleştirmesi üzerine
“Gülüyorum, öyleyse...” adlı yazısını kaleme alır. Erdost, devletçi yapılanmayı
ve CHP’nin toprak reformunu doğru bulduğunu dile getirerek toplumcu gerçeklerin
“kaçış” ı işlediklerini belirtir. Toplumcu-gerçekçilerin kaçışı işlemekle,
bunalan kişinin çevresinde tanık olduğu sorunları dile getirmek istediklerini
savunduğunu; bu yüzden “kaçış”ı gerçekleştirdiklerini bildiren Erdost, bu
tutumun toplumsal sorunlara çözüm üretmek demek olmadığını ifade eder. (Erdost,
1957a, s.6-7)
Pazar Postası’nda
Muzaffer Erdost’un kimi yazılarında ifade ettiği görüşleri eleştirmek amacıyla
yayımlanan ilk yazı Engin Günçe’nin “Yanlış bir anlayış” başlıklı yazısıdır. Bu
yazı, 6 Ocak 1957’de yayımlanır. Böylelikle Muzaffer Erdost’un Ağustos 1956’dan
1957’nin başlarına kadar İkinci Yeni üzerine savundukları hakkında Pazar Postası’nda herhangi bir yazar
tarafından değerlendirme yapılmamıştır.
Demek ki Muzaffer Erdost’un İkinci Yeni üzerine yayımlanan yazılarına
karşılık olarak uzun bir süre Pazar
Postası’nda yanıt verilmediği gibi savundukları doğrultusunda bir yazıyla
da karşılaşmamaktayız. Dolayısıyla Erdost tek başına İkinci Yeni’nin savunucusu
olarak kalmıştır. İşte, Pazar Postası’nda
her türlü görüşün yayımlanması ve İkinci Yeni’nin öncü şairlerde ifadesini
bulan poetik görüşlerine aykırı nitelikte yazıların çıkması yine Pazar Postası’nın İkinci Yeni
tartışmaları içindeki önemli yerini gösterir.
“Yanlış bir
anlayış”, Muzaffer Erdost’un “Bir şey
söylemeyen şiir” başlıklı yazısı nedeniyle kaleme alınır. Engin Günçe,
Erdost’un yazısından çeşitli alıntılarla, görüşlerini çürütmeye çalışır.
Erdost’un Ece Ayhan’ın şiirlerinin bir şey söylemediği için kınandığını dile
getirdiğini ifade eden Günçe, Erdost’un iyi ya da kötü şiir ayrımı yapmadığını;
Ece Ayhan’ın anlamsızlık yanında kötü şiirler de yazdığını ileri sürer. Günçe,
Erdost’un savunduğu yeni akımın daha önce Batıda denendiğini, Türk edebiyatında
ise, Habibi’nin çok önceleri anlamsız şiir ile ilgili görüşler dile getirdiğini
belirtir.
Engin Günçe,
kelimelerin rastgele bir araya getirilmesiyle her zaman bir anlamın ortaya
çıkamayacağını ifade eder. Erdost’un kelimelerin bir araya gelmesiyle rastlantısal
bir anlamın ortaya çıktığı yönündeki görüşlerini eleştiren Günçe, öncelikle
şiirin ne olduğunu tanımlaması gerektiğini savunur (Günçe, 1957, s.7).
Muzaffer Erdost’un
“Bir şey söylemiyen şiir” başlıklı yazısı, 6 Ocak 1957 tarihli Pazar Postası’nda Demir Özlü, Hilmi
Yavuz ve Asaf Çiyiltepe arasında yapılan bir açık oturumla da eleştirilir. Bu
açık oturum, tartışma ortamına girileceğinin önemli belirtilerindendir. Açık
oturumda, Erdost’un düşüncelerinin kabul edilemeyeceği her üç yazar tarafından
da vurgulanır. Asaf Çiyiltepe, Erdost’un yeni şiiri derinlemesine
incelemediğini, dile getirdiği niteliklerin bilinçsiz şiirin işi olduğunu ve
şiirimizin Erdost’un savunduğu gibi kelimecilik akımı ile ayarlanmayacağını
belirtir. Demir Özlü, Erdost’un kelimeler arasındaki bağı kopardığını; gerçekte
ise şiirin kelimeler arasındaki bağ kurmayı gerektirdiğini dile getirir. Hilmi
Yavuz da, anlamsızlığı deneyen şairlerin Oktay Rifat’ın takipçileri olduğunu,
Erdost’un düşüncelerinin edebiyatın temeli olan duygu ve düşünceyi yadsıdığını,
sözünü ettiği yeni akımın insan dışı olduğunu ve resim ile şiiri birbirine
karıştırdığını savunur.
Engin Günçe’nin
“Yanlış bir anlayış” yazısı ve Asaf Çiyiltepe, Demir Özlü, Hilmi Yavuz arasında
yapılan “Savunulamıyanlar” adlı açık oturum üzerine, Muzaffer Erdost, 13 Ocak
1957 tarihli Pazar Postası’nda “Bir
Artı Daha” adlı yazısını yayımlar. Erdost, olaylara ve durumlara farklı
anlayışlarla yaklaşılabileceğini dünyada gelişen bir takım siyasi olaylarla
kanıtladıktan sonra, insan hakları bilincinin yerleşmesi için eğitim ve öğretim
ordusuna görev düştüğünü dile getirir. Toplumsal sorunların yalnızca toplumsal
düzenin değiştirilmesiyle çözülemeyeceğini belirten Erdost, eğitimin sorunları
çözmede farklı bir yöntem olduğunu ifade eder. Kendisine yapılan eleştirilerde
eğitim ve öğretimin aynı anlam çerçevesi içinde değerlendirildiğini bildiren
Erdost, eğitim ve öğretimin farklı şeyler olduğunu örneklerle açıklar. Salt
şiirin okuru eğitebileceğini belirten Erdost, Pazar Postası’nın 23 Aralık 1956 tarihli 52. sayısında yayımlanan
“Bir şey söylemiyen şiir” adlı yazısına da açıklık kazandırır (Erdost, 1957b, s.11).
Pazar
Postası’nda
yayımlanan “İkinci Yeni İçin Ozanlar Ne Diyor” adlı soruşturma İkinci Yeni’nin
bir olgu olarak kabul edilmesi açısından son derece önemlidir. Bu soruşturma,
varlığı fiilen kabul edilen İkinci Yeni’nin varlığının artık resmen kabulünün
açık bir göstergesidir. Bu soruşturmaya katılan isimler de dikkate alındığında,
Muzaffer Erdost’un tek başına savunuculuğunu belirli bir süre yürüttüğü İkinci
Yeni’nin bu tarihten itibaren kimi yazar ve şairler tarafından benimsenmesini
sağlar ya da kimi yazar ve şairler tarafından reddedilmesine neden olur. Yani
bu soruşturmayla, İkinci Yeni, her türden yazar ve şairin ortak sorunu halini
almış; böylelikle şiirin temel nitelikleri geniş ölçüde tartışılmaya
başlanmıştır.
Henüz “İkinci Yeni
İçin Ozanlar Ne Diyor” adlı soruşturma yapılmadan, Pazar Postası’nda yayımlanan şiirler dikkate alındığında, şiir
dilindeki değişim ve yeni arayışlar açıkça görülecektir. Bu anlamda, İkinci
Yeni tepeden inme bir hareketin adı değil; temelde Türk ve Batı şiirlerinin
doğal bir itmesi ile ortaya çıkmıştır. İkinci Yeni, en az bildirisi olan şiir
hareketleri kadar Türk şiirinde etkili olmuştur.
İkinci Yeni üzerine
yapılan soruşturma, Pazar Postası’nın
27 Ocak 1957 tarihli 5. sayısı, 3 Şubat 1957 tarihli 6. sayısı, 10 Şubat 1957
tarihli 7. sayısı, 17 Şubat 1957 tarihli 8. sayısı ve 24 Şubat 1957 tarihli 9.
sayısında yer almaktadır. Soruşturmaya, İlhan Berk, Tevfik Akdağ, Yılmaz Gruda,
Edip Cansever, Ece Ayhan, Turgut Uyar, Özdemir Nutku, Nihat Ziyalan ve Ahmet
Oktay yanıtlarıyla katılmışlardır.
3.İkinci
Yeni Soruşturmasından Sonra
Muzaffer Erdost, İkinci Yeni ile ilgili görüşlerinin çeşitli
eleştiriler alması üzerine 3 Şubat 1957’de “Tartışma Yanılmaları” adlı yazıyı
kaleme alır. Yazar, İkinci Yeni ile ilgili görüşlerine şöyle açıklık
kazandırır: “İkinci yeni denince, çokları bir kere duraklıyor. İlkeleri,
yöntemleri, kuralları çizgili bir akıma konmuş bir ad gibi <<İkinci
yeni>> sözünü ele alıyorlar. Oysa <<İkinci Yeni>> sözü
ilkeleri, kuralları çizgili bir akımın adı değildir; onun için de bu sözün
içine aldığı ozanlar arasında geniş ikilikler vardır. İkinci yeni sözü daha çok
1950 yıllarına kadar en iyi çağını yaşamış yeni şiirin üzerine gelen,
şiirleriyle onlardan yavaş yavaş ayrılan ozanları içine alır. Yani, ikinci yeni
bir okulun adı değil, kendisinden önceki şiire göre yeni olan bir şiirin sınır
çizgisidir.” (Erdost, 1957c, s.6) diyerek İkinci Yeni kavramını açıklayan
Erdost, yeni şiirin ortaya çıkışını ise şöyle aktarır:
Pazar
Postası’nın yine 10 Şubat 1957 tarihli sayısında yayımlanan “Şiirden çok
şey beklemeyelim” adlı yazısında önceki kuşakların toplum sorunlarını dile
getirdiklerini, bir anlamda düzene “şikâyet mektubu” yazdıklarını ifade eden Erdost, aydınların
tek partili dönemde savundukları ile çok partili dönemde savunduklarının ayrı
şeyler olduğunu belirtir (Erdost, 1957d, s.6).
“Yeni bir kelime anlayışına doğru” adlı
yazısında, şiirde anlam ve kelime konusunu ele alır. Cemal Süreya, Ece Ayhan,
Tevfik Akdağ, İlhan Berk, Edip Cansever, Yılmaz Gruda ve yeni şiire örnek
eserler veren diğer şairlerin Cahit Sıtkı, Cahit Külebi, Ziya Osman, Orhan Veli
ve Fazıl Hüsnü’den ayrıldığını dile getiren Muzaffer Erdost, yeni şiir
oluşumunun kabul edilmesi gerektiğini savunur. Pazar Postası’nın 23 Aralık 1956
tarihli sayısında yayımlanan “Bir şey söylemiyen şiir” başlıklı yazısının
anlaşılmadığını dile getirerek “Şiir
geldi kelimeye dayandı.” (Erdost, 1957e, s.6)
şeklindeki ifadeye açıklık getirir: “<<Bir şey söylemiyen
şiir>> adlı yazım, böyle bir kaygı ile yazılmıştır. Ben ne demek istedim:
Bir duyguya, bir düşünceye bağlanmaksızın da mısralar kurulabilir. Ama,
mısraları kuran kelimeler, kendi kelimelerimiz olduğu için, önünde-sonunda gene
de bir şey söylerler, kendiliğinden bir şey söylemiş olurlar, bir şey
söylemekten kurtulamazlar da... Turgut Uyar’ın, Tevfik Akdağ’ın yazdıkları
gibi, kelimeler kendileriyle birlikte yüklendikleri kavramları da getirirler.
Bunlarla mısrasını kuran biri, gene derdemez bu kelimelerin çağrışımları
içersine düşer. Doğru.” (Erdost, 1957e, s.6)
Muzaffer Erdost,
Ahmet Oktay’ın 10 Şubat 1957 tarihli Pazar
Postası’nın 7. sayısında yayımlanan “Tek ayak üstündeki Erdost” başlıklı
yazısı üzerine “Üç Ayaklı Masa” adlı yazısını kaleme alır. Erdost, kendisini üç
yazısı nedeniyle eleştiren Ahmet Oktay’ın eleştirisine yanıt vererek söz konusu
yazılarında, söylemek istediklerine açıklık getirir: “… şiirimizi bugünkü
duruma götüren etmenler arasında, toplumsal olayların bir işlevi olup
olmadığıydı. Bu soruya verdiğim yanıtı genellersem şöyle söylemem gerekecek:
bugün şiire yüklediğimiz işler, şiirin konuları dışına çıkmıştır. Bunun ilk
gerekçesi, şiir anlayışının değişmesi değil, toplumsal olayların hızlanması,
günlük damgasını yemesidir. Hattâ üzerinde durduğumuz konuları kapsıyan şiirler
yazıldıysa, dâvâyla bu şiirin içine giren kişileri hiç mi hiç bu şiir
ilgilendirmemiştir. Bu şiirler, ancak doğrudan doğruya şiirle ilgilenenlerin
çevresinde dönüp kalmıştır.” (Erdost, 1957f, s.6)
Muzaffer Erdost,
“Daha Mutlu Yaşanabilir” başlıklı yazı üzerine Demir Özlü’ye açık bir mektup
yazar. Demir Özlü’nün iddia ettiklerinin gerçeği yansıtmadığını vurgulayan
Erdost, sanatta fayda konusunda Turgut Uyar’ın görüşlerini değerlendirirken
yanılmadığını belirtir. “Bak. Turgut’un yanıtı, senin yazın ile yan yana
yayımlanmıştı; orada Turgut: <<Ben sanatlarının faydasına inanmıyorum
zaten. Şiirin, kişiyi, eğitmesine bile fayda demek gelmiyor içimden.>>
diyor.” (Erdost, 1957g, s.6)
Muzaffer Erdost,
“Nane Mollaları” adlı yazısını, A
dergisinde, Pazar Postası’nın 23
Aralık 1958 tarihli 52. sayısında yayımlanan “Bir Şey Söylemeyen Şiir” başlıklı
yazısının mizahi bir dille eleştirilmesi üzerine kaleme alır. Erdost,
Fransa’dan bir anekdot aktararak yıkılamayan, çürütülemeyen görüş ve
düşüncelerin alaya alınmak istendiğini dile getirir. Kendi düşüncülerine de
böyle yaklaşıldığını savunan Erdost, A
dergisinin Adnan Menderes’ten ilham aldığını savunur. Muzaffer Erdost, 8 Eylül
1957’de yayımlanan “Şiirin Yapamadığı” adlı yazısında ise şiirin özgürlük için
verdiği mücadeleyi ele alır. Halkların özgürlüğü yolunda şiirin önemli bir rol
üstlendiğini vurgulayan Erdost, günün şiirinin imkânlarıyla şiirden beklenen
özgürlük mücadelesinin verilmediğini dile getirir. Şiirin politikacı sözlerine
kapılmadan özgürlük meselesini işlemesinin olanaksız olduğunu şu sözlerle
savunur: “… bugün özgürlüğü işleyen bilim yazıları, araştırmalar, incelemeler,
betikler, dal budak salmış, derinliğine dağılmış özgürlük sorununu ancak
belirtebilmektedirler. Kişi, ancak bu derinliğine bilgiyi kavradıktan sonradır
ki, o sorunun bilincine erişebilir. Şiir anlayışımız için de, bu bilgiyi vermek
– bence olmayacak şeydir. Bu bilgiyi vermedikçe de, şiir, bugünkü özgürlük
bilincini uyandıramaz diyorum; çünkü, günümüz şiirinin imkânlarıyla şiirden
beklenileni yapamıyoruz.” (Erdost, 1957i, s.7)
Muzaffer Erdost, 20
Ekim 1957’de kaleme aldığı “Şiirimizi götürenler” adlı denemesinde, yeni şiirde
anlam konusunu irdeler. Erdost, şiirde anlamın rastlansal olduğu yönündeki
görüşlerinin bazı kimseler tarafından yanlış anlaşıldığını dile getirir.
Erdost, görüşlerini doğru anlayanların şiirlerini yürüttüğünü; yanlış
anlayanların ise anlamsızlığı büyüttüğünü savunur. Daniel Anselme’in şiirin
hayat üzerinde bir etkisinin kalmadığı yönündeki görüşlerine katıldığını
söyleyen Erdost, şiirin, tekniğin ilerlediği çağlarda siyasi işlevini
yitirdiğini belirtir. Erdost, İkinci Yeni’yi destekleyenlerin şiirin işlevini
yitirmesine neden olmakla birlikte şiirin imkânlarını zorladıklarını, öz-biçim engelini
yıktıklarını ve böylelikle anlam rastlansallığını yarattıklarını dile getirir.
Muzaffer Erdost, aynı
yazısında İkinci Yeni’yi yanlış anlayanların bulunduğunu, bu kişilerin şiiri
çıkmaza soktuklarını şu sözleriyle ifade eder: “Anlam rastlansallığı ile bir
mısranın doğuşunu burada, birleştirmek gerekiyor. Mısra taslağının doğuşu çok
çeşitlidir. Ozanın ustalığı daha çok bu mısra taslağını bitirdikten sonra
başlar. Mısra taslağında anlamı hesaba katmadan kelimeleri oynatması, yer
değiştirmesi, öz şiiri bulması, bizim savunduğumuz imkânın, rahatlığın
cesaretin kendisidir.” (Erdost, 1957j, s.6)
4.İkinci
Yeni’yle İlgili Tartışmalar
Pazar
Postası’nda
İkinci Yeni’ye ilişkin tartışmalardan Attilâ İlhan’la yapılan polemikler önemli
bir yer tutar. Attilâ İlhan, tartışmaların yaşandığı dönemde kimi yazar ve
şairleri, Pazar Postası çevresinden
ayırıp Dost dergisine kazandırmak
ister.
Attilâ İlhan,
Muzaffer Erdost’un Pazar Postası’nın
6 Ocak 1957 tarihli 2. sayısında yayımlanan “Gülüyorum, öyleyse...” başlıklı yazısında
kendisine atfedilen fikirlerin kendisine ait olmadığını dile getirmek için
“Pazar Postası Gazetesine” başlıklı kısa bir yazı kaleme alır. Attilâ İlhan, bu
yazısında Erdost’un kendi düşüncelerini anlamak istediği gibi ele aldığını
savunur. (İlhan, 1957, s.6)
Muzaffer Erdost, 15
Aralık 1957’de yayımlanan “Şiir üzerine ileri geri” adlı yazısında, Attilâ
İlhan’ın İkinci Yeni için yazdığı eleştirilere yanıt verir. Erdost, İkinci
Yeni’nin gelişimini kendi bakış açısıyla anlattıktan sonra Attilâ İlhan’ın bu konudaki
eleştirilerini yanıtlar (Erdost, 1957k, s.10-11).
Attilâ İlhan ile Pazar Postası gazetesi arasında yaşanan
tartışmalar 1957 yılının sonlarında yeniden patlak verir. İkinci Yeni
tartışmalarında, Attilâ İlhan ile Cemal Süreya arasında ortaya çıkan, sanatta
biçim-öz ve sosyal gerçekçilik konusundaki tartışmalar önemli bir yere
sahiptir. Attilâ İlhan’ın Haziran 1957 tarihli Seçilmiş Hikâyeler Dergisi’nde
kaleme aldığı “Biçimcilik, Özcülük Konusunda Bazı Yanılmalar” adlı yazısı tartışmaya neden olur. Cemal
Süreya da bu yazı üstüne Osman Mazlum müstear ismiyle Pazar Postası’nın 1 Eylül
1957 tarihli sayısında, “Ömer Haybe” adlı yazısını kaleme alır. Süreya, Attilâ
İlhan’ın sosyal realizmi, ‘realisme social’den ayırdığını belirterek, kendisine
ihanet ettiğini savunur: “Bay Attilâ İlhan’a göre sosyal realizm salt
<<tesbit ve teşhir>> edici ve gerisine pek karışmayıcı bir akım
olmalıdır. Yani sosyal realistler biraz çekidüzen verilmiş, biraz toplumbilim
okumuş birer Zola’dan başka bir şey değildirler. Fazlaca, davranışları metod
açısından bir bilim adamının davranışıdır. Bay Attilâ İlhan buna diyor. Böyle
olunca elbette o sanat yapıtında politikanın payı ya hiç olmaz ya da ihmal
edilebilecek kadar az olur.” Attilâ
İlhan’ın Mavi hareketiyle “faydacı”, “Atatürkçü”, “ulusun ve memleketin
esinliğine çalışıcı” gibi amaçları
benimsediğini vurgulayan Süreya, amacını politikaya getirdiğini ve kendisiyle
çelişkiye düştüğünü ifade eder.
5.Erdost’un
Son Görünürlüğü
Pazar
Postası’nın 1959
yılının başlarında İstanbul’a taşınmasından sonra, İkinci Yeni şiiri ile ilgili
tartışmalar tavsamıştır. Her ne kadar Pazar
Postası’nda benimsenen şiir anlayışı, İkinci Yeni’ye uygun da olsa,
yazılarda artık yeni şiire ilişkin pek değerlendirmelere yer verilmez. Pazar
Postası’nda İkinci Yeni şiirini irdeleyen son yazı ise Muzaffer Erdost’a
aittir. 17 Mayıs 1959’da yayımlanan
“Şiir Kendini Eskitir” adlı yazısında, Erdost, İkinci Yeni şiiri
üzerinde durarak şiirin eskimesi konusu hakkında görüşlere yer verir. Bazı şiirlerden
ilk okuduğu tadı her zaman alamadığını belirten yazar, bunun şiirin eskimesi
olduğunu dile getirmektedir. Şiir eskiten nedenlerin şiirin içinde aranması
gerektiğini söyleyen yazar, “Şiirin içinde, yani şiirin yapısında, kuruluşunda,
kelimelerin birbirlerine olan durumlarında aramalıyız.” (Erdost, 1959,
s.10) der. Şiirin biçiminin şiiri eskitip
eskitmeyeceğini tartışan yazar, biçimi iyi olan şiirin eskimeyeceğini
savunmaktadır. Şiirin biçiminin eskimede etkili olan tek önemli unsur olduğunu
dile getiren yazar, Yeni Şiirin anlamsız olarak nitelendirilmesinin temel
nedeninin biçim olduğunu vurgulamaktadır. Bu konuyla ilgili şu görüşleri dile
getirmektedir: “Son yıllarda bize karşı duranlar, en çok anlamsız şiiri
savunduğumuzu söylediler. Hayır, biz anlamsız şiiri savunmadık, şiirin anlamsız
olabileceğini de söyledik. Yani şiirin anlamsız olabileceğini savunduk. Bizce
şiir anlamsız olduğu zaman, karşı duranların söylediği gibi şiir olmaktan
çıkmaz, çünkü şiirin tabiatı anlamla sınırlandırılamaz.” (Erdost, 1959,
s.10-16)
Muzaffer Erdost,
Attilâ İlhan’ın Dost dergisinde Ömer Haybo müstear ismiyle çıkan “Pazar Postası”
başlıklı yazısı üzerine 12 Ekim 1958’de “Bir Bay Yazara” adlı yazısını kaleme alır. Attilâ İlhan, söz
konusu yazısında, Pazar Postası’nı
Muzaffer Erdost’tan kurtarmak gerektiği görüşünü ifade etmiştir. Erdost ise,
İlhan’a Cemil Sait Barlas’ı -telefon numarasını da yazarak- isteklerini
iletmesi önerisinde bulunur: “İstanbul’da olduğunuza göre 63 69 02’ye Cemil
Sait Barlas’a telefon ediniz. Belki o zaman kendinize yakışıklı bir iş bulmuş,
bu olmasa bile okul kızlarının defterine
düşmüş şiirinizi yeniden şiir pazarına çıkarma imkânı bulmuş olursunuz.”
(Erdost, 1958a, s.13)
Muzaffer Erdost,
İkinci Yeni tartışmalarının pek uzun sürmediğini, “1956’nın ortalarında
başlamış, 1957’nin ortalarında tavsamıştı.”
diyerek belirtir. Fakat 1957 yılının ortalarından sonra, yani Cemal
Süreya ile Attilâ İlhan arasındaki tartışmadan sonra, Pazar Postası’nda İkinci Yeni konusuna yeni bir yol izlenmiş ve
şairler şiir sanatı hakkında kimi bilgilere yer vererek İkinci Yeni’nin gündemde
kalmasını sağlamışlardır. Ancak yine de Pazar
Postası’nda İkinci Yeni konusundaki tartışmalar gazete kapanana dek sürer. (Erdost, 1997, s.7).
6.Eserler
Üzerine
Edip Cansever’in
Yerçekimli Karanfil adlı eseri 1957 yılının sonlarında yayımlanır. Yerçekimli
Karanfil’in yayımlanması üzerine eser hakkında pek çok yorum ve tartışma
yapılır. Söz konusu yorum ve tartışmalar İkinci Yeni şiiri etrafında gelişir. Pazar Postası’nda İkinci Yeni’nin poetik
görüşlerini yansıtması açısında en çok üzerinde durulan eser Yerçekimli
Karanfil’dir.
Yerçekimli
Karanfil’in
yayımlanmasıyla Pazar Postası’nda
çıkan ilk yazı, Muzaffer Erdost’un M. Rana müstear ismiyle kaleme aldığı 1
Aralık 1957 tarihli “Yerçekimli Karanfil” adlı yazısıdır. Kitapta yer alan
şiirlerin “... bir geçiş, bir değişim çağını”
izlediğini belirten Erdost, eserde yer alan şiirlere “... sağlam
şiirler” gözüyle bakmanın yanlış
olduğunu savunur. Ancak Edip Cansever’in
şiirlerinde bir zenginlik bulunduğunu dile getiren Erdost, bu durumu
şiirlerinde denediği yeni imkânlara bağlar: “Yeni şiirimizde birçok ozanlar,
kavramlar ya da kelimeler dizgisiyle
espriye pek çok önem veriyorlar. Bu imkân daha çok kelimelerin
soyutlaştırılarak mısra içerisinde dizilmesinden doğuyor. Edip Cansever’in
şiirlerinde bol örneklerini gördüğüm bu espriler kimi yerde başarılı, aynı
zamanda güzel oluyor, kimi yerde de şiirin dışına taşıyor, şiirden
uzaklaşıyor.” (Rana, 1957, s.12) Muzaffer
Erdost, “Edip Cansever’in küçük etkileri yanında, daha çok Orhan Veli, Melih
Cevdet, Oktay Rifat şiirini yürütüyor. Orhan Veli üçlüsünün etkileri, daha çok
eski şiirlerinde. O şiirin temeline oturtulmuş daha duygulu, bazen çıkışları
daha yeni mısralar var. Bunlar kitapta oldukça da bol. Ben bu şiirlere Orhan
Veli artığı şiirler diyeceğim. Bazen bir fikri söylüyor, ama bu şiirin içinde
eziliyor. Edip Cansever bazı şiirlerinin arasına, ya da son mısralarına bir
fikri oturtuyor. Ama bu fikir, şiirin altında o kadar eziliyor ki, kimi zaman
fikir şiire vasıta olmuş gibi ikinci planda kalıyor.” (Rana, 1957, s.12) şeklindeki eleştirileri, kitaptaki kimi şiir
ve mısra örneklerini vererek yapar. Yerçekimli Karanfil’in son zamanların en
iyi şiir kitabı olduğunu belirten Erdost, yeni şiire ait eserlerin
yayımlanmasının Türk şiirinin yolunu açacağını; böylelikle yeni şiirin yerinin
daha iyi saptanacağını ifade eder.
İkinci Yeni
tartışmaları çerçevesinde değerlendirilebilecek önemli tartışmalardan birinin
sebebi, Sezai Karakoç’un 27 Nisan - 4 Mayıs
1958 tarihlerinde kaleme aldığı “Bir Materyalist Şiir” adlı yazıdır.
Karakoç, bu yazısında, Edip Cansever’in şiirlerinin materyalist niteliklere
sahip olduğunu savunmuş; ertesinde pek çok şair ve yazarın katılımıyla
“Materyalist Şiir” tartışmaları başlamıştır.
Pazar Postası’nda, ilk yazı,
imzasız olarak çıkan ancak Muzaffer Erdost tarafından yazıldığını saptadığımız 16 Şubat
1958 tarihli “Üvercinka ile Gelenler” adlı yazıdır. Cemal Süreya’yı tanıtan Erdost, şiir
sanatından ve onun okunur bir şair oluşundan söz eder. Erdost, Süreya’nın en
dikkate değer yönünü şöyle ifade eder: “Pazar Postası’ndaki yazılarımdan dolayı
Ataç bana kızgın... Sinirli. Son konuşmamızın son
cümlesi Ataç’ındır. Hiç yeri yokken <<Cemal Süreya mıdır nedir (...) bir şair çıkardınız
başımıza>> diye ağıza alınmayacak sözler etmişti... Cemal Süreya’nın
şiiri ve Ataç’ın küfürü. Elbette
Cemal’in şiirini seçiyorduk.” (Erdost, 1958b, s.11)
Muzaffer Erdost, 23
Mart 1958’de kaleme aldığı “Üvercinka’nın İlk Noktasında Tartışma” adlı
yazısında, Cemal Süreya’nın Üvercinkasına
ilişkin değerlendirmelere yer verir. Cemal Süreya’nın yeni şiiri yansıttığını
şöyle ifade eder: “Yeni şiirimizde espri bir başka düzende gelişiyor. Orhan
Veli kuşağında espri bir olaya dayanıyordu. O kuşağın şiirlerinde, bir fıkra
vardı. Yeni şiirin esprisi ise, olaya, fıkraya dayanmıyor. Örneğin bir aşkı,
bir sevgiyi anlatırken, şiirini <<Biz seviştik Süveyş kanalı kapanmıştı-
Ellerimizin balıkları bütün kanallarda>> diye bitiriyor… İlk mısraların
alt mısralarla hazırlığı yerine, ilk mısralar okuru bir konu içersinde işliyor,
aldatıyor, kandırıyor. Tam kapıdan girerken <<küt>> diye başına bir
sopa indiriyor.” (Erdost, 1958c, s.12)
Erdost, yeni şiiri
Cemal Süreya örneği ile açıkladıktan sonra Nazi Bakan Gobbels ile ilgili bir
fıkraya yer verir. Daha sonra Cemal Süreya’nın Üvercinkası’nda geçen kimi şiirleri (Hür Hamamlar Denizi, Hazma
Süiti, Dalga…) ele alan Erdost, Orhan Duru’nun 16 Mart 1958 tarihli Pazar Postası’nda yayımlanan “Üvercinka”
başlıklı yazısında ortaya koyduğu görüşlerini eleştirir. “Orhan Duru’ya göre,
Süreya <<Bileşimci>> bir ozandır… Yani Cemal Süreya, bir şiirinde
bir insanın bütün sorunlarını birleştirmiştir… Oysa, ne Cemal’in şiirinde böyle
bir şey vardır, ne de bu gösterilmek istendiği gibi bir erdemdir. Bir kere
Cemal, insan üzerinde değil, şiir üzerinde düşünmeyi seçmiştir. (…) Bütün bu
gelişmeler, Orhan Duru’nun dediğinin aksine bir <<insan anlayışı>>
nda değil de <<şiir anlayışı>> nda oluyor.” (Erdost, 1958c, s.12) Erdost’un bu
ifadelerinde saklı olan düşünce ile Cemal Süreya’nın da savunmuş olduğu saf
şiir anlayışı örtüşür.
7.Sonuç
Muzaffer
Erdost, İkinci Yeni şiirinin isim babası olduğu gibi hareketin kuramsal
yazılarını büyük ölçüde ilk olarak cesaretle dile getiren yazar ve
yayımcılardandır. Onun Pazar Postası’ında
Yazı İşleri Müdürlüğü görevine getirmesiyle Cumhuriyet sonrası edebî
hareketlerin en büyüğü ve önemlisi olan İkinci Yeni
hareketinin doğmasına büyük ölçüde kaynaklık etmiştir. Muzaffer Erdost’un
yazıları, İkinci Yeni bakımından çoğunlukla duygusal bir savunuyu yansıtır.
Hareketin kalıcılığı noktasında her ne kadar ümitsiz da davransa, özellikle Pazar Postası’ndaki yayım politikasıyla
İkinci Yeni şiirinin gelişip serpilmesine büyük katkı sağlanmıştır. Tokatlı bir
kuramcı ve yayımcı olan Muzaffer Erdost, önümüzdeki zamanlarda da sürekli
hatırlanacak ve isminden söz ettirecek bir isim olmayı başarmıştır. Serveti-i
Fünûn edebiyatı için Ahmet İhsan (Tokgöz)’ün önemi ile İkinci Yeni şiiri
bakımından Muzaffer Erdost’un önemi çakışır.
8.Kaynaklar:
Batur,
Enis (Haziran 1987). “Edebiyatımızın Seyir Defterinde Önemli Bir Liman: Pazar
Postası”. Gergedan,
Sayı:4.İstanbul:Sabah
Duru, Orhan
(1956). “Açık-Seçik”, Pazar Postası, S. 16, 15 Nisan
1956, s.6
Erdost, Muzaffer (1956a).
“İkili”, Pazar Postası, S. 6, 5 Şubat
1956, s.7
Erdost,
Muzaffer (1956b). “Rmv2e”, Pazar Postası,
S. 18, 29 Nisan 1956, s.7
Erdost,
Muzaffer (1956c). “Soyut”, Pazar Postası,
S. 19, 6 Mayıs 1956, s.11
Erdost, Muzaffer
(1956d). “Boş Kavga”, Pazar Postası,
S. 26, 24 Haziran 1956, s.7
Erdost, Muzaffer
(1956e). “İlhan Berk”, Pazar Postası, S. 31, 29 Temmuz
1956, s.7
Erdost,
Muzaffer (1956f). “Artı Bir”, Pazar
Postası, S. 35, 26 Ağustos 1956, s.7
Erdost, Muzaffer
(1956g). “Şiir diline doğru”, Pazar
Postası, S. 51, 16 Aralık 1956, s.12
Erdost, Muzaffer
(1956h). “Bir şey söylemiyen şiir”, Pazar
Postası, S. 52, 23 Aralık 1956, s.6
Erdost, Muzaffer
(1956i). “Küçük Oda Konuşmaları: Bir Kırık Çizgi”, Pazar Postası, S. 1, 30 Aralık 1956, s.11
Erdost, Muzaffer
(1956j). “Toplum Zoru”, Pazar Postası,
S. 1, 30 Aralık 1956, s.7-11
Erdost, Muzaffer
(1957a). “Gülüyorum, öyleyse...”, Pazar
Postası, S. 2, 6 Ocak 1957, s.6-7
Erdost, Muzaffer
(1957b). “Bir artı daha”, Pazar Postası,
S. 3, 13 Ocak 1957, s.11
Erdost, Muzaffer (1957c). “Küçük Oda Konuşmaları: Tartışma
yanılmaları”, Pazar Postası, S. 6, 3
Şubat 1957, s.6
Erdost, Muzaffer
(1957c). , “Üvercinka’nın İlk
Noktasında Tartışma”, Pazar Postası,
S. 12, 23 Mart 1958, s.12
Erdost, Muzaffer
(1957d). “Şiirden çok şey beklemeyelim”, Pazar
Postası, S. 7, 10 Şubat 1957, s.6-11.
Erdost, Muzaffer
(1957e). “Küçük Oda Konuşmaları: Yeni bir kelime anlayışına doğru”, Pazar Postası, S. 9, 24 Şubat 1957, s.6
Erdost, Muzaffer
(1957f). “Üç Ayaklı Masa ”, Pazar Postası,
S. 10, 3 Mart 1957, s.6
Erdost, Muzaffer
(1957g). “Küçük cari hesaplar”, Pazar
Postası, S. 12, 17 Mart 1957, s.6
Erdost, Muzaffer
(1957h). “Nane Mollaları ”, Pazar Postası,
S. 13, 24 Mart 1957, s.11
Erdost, Muzaffer
(1957i). “Şiirin yapamadığı”, Pazar
Postası, S. 35, 8 Eylül 1957, s.7
Erdost, Muzaffer
(1957j). “Şiirimizi götürenler”, Pazar Postası, S. 42, 27 Ekim 1957, s.6
Erdost, Muzaffer
(1957k). “Şiir üzerine ileri geri”, Pazar
Postası, S. 49, 15 Aralık 1957, s.10-11
Erdost, Muzaffer
(1958a). “Bir Bay Yazara”, Pazar Postası,
S. 41, 12 Ekim 1958, s.13
Erdost, Muzaffer
(1958b). , “Küçük Oda
Konuşmaları: Üvercinka ile Gelenler”, Pazar Postası, S. 7, 16 Şubat 1958, s.11
Erdost, Muzaffer
(1958c). “Üvercinka’nın İlk
Noktasında Tartışma”, Pazar Postası,
S. 12, 23 Mart 1958, s.12
Erdost, Muzaffer
(1959). “Şiir Kendini Eskitir”, Pazar
Postası, S. 12, 17 Mayıs 1959, s.10-16
Erdost,
Muzaffer (1987). “Pazar Postası İçin Bir Pazar Söyleşisi”. Gergedan, Sayı:4.İstanbul:Sabah.ss.87-89.
Erdost, Muzaffer
(1990a). Ey Karanlık Mavi Güneş.
Ankara: Onur.
Erdost, Muzaffer
(1990b). Adam İçin Türevler. Ankara:
Onur.
Erdost, Muzaffer (1990c).
Ey Karanlık Mavi Güneş. Ankara: Onur.
Erdost, Muzaffer
(1991). Bir Fotoğrafa Altyazı İki 7 Kasım.
Ankara: Onur.
Erdost, Muzaffer (1994).Üç Şair Nazım Hikmet Cemal Süreya Ahmed Arif.
Ankara: Onur.
Erdost, Muzaffer
(1997). “İkinci Yeni Yazıları Önüne”, İkinci
Yeni Yazıları, Onur Yay., Ankara, 1997, s.7
Erdost, Muzaffer (1997). İkinci Yeni Yazıları. Ankara:Onur
Erdost,
Muzaffer (2003). Türkiye’nin Kararan
Fotoğrafları. Ankara: Onur.
Erdost, Muzaffer
(2009). Şiirin U Dönüşü. Ankara:
Onur.
Erdost, Muzaffer
(2010). Türkiye’ye Kefen Biçenler.
Ankara: Onur.
Erdost, Muzaffer
(2012a). Nefes Alamıyorum. Ankara:
Onur.
Erdost, Muzaffer
(2012b). Sosyalizm Tartışmaları.
Ankara: Onur.
Erdost, Muzaffer (2014a).
Yabancılara Toprak Satışı ve Yasalaşma
Süreçleri. Ankara: Onur.
Erdost, Muzaffer (2014b).
Toprak Reformu Bildirileri ve
Demokratikleşme Oyunları. Ankara: Onur.
Günçe, Engin (1957). “Yanlış bir
anlayış”, Pazar Postası, S. 2, 6 Ocak
1957, s.7
İlhan, Attilâ (1957). “Pazar Postası
Gazetesine”, Pazar Postası, S. 3, 13
Ocak 1957, s.6
Kansu, Işık (2003).
“İlhan’dan İlhan’a Büyüdüm”, Türkiye’nin Kararan
Fotoğrafları. Ankara:Onur
Karaca, Alâattin (2005). İkinci Yeni Poetikası. Ankara:Hece.
Rana, M (1957).
“Yerçekimli Karanfil”, Pazar Postası, S. 47, 1 Aralık 1957,
s.12
[1] 1980 darbesi sırasında ise
üçüncü kardeşini yitirir. İlhan Erdost göz altındayken işkence ile 7 Kasım
1980’de öldürülür (Erdost, 2012, s.204) Muzaffer Erdost, bu tarihten sonra
isminden sonra İlhan ismini de kullanmaya başlar.
[2] Muzaffer Erdost, Argos dergisine verdiği röportajda
“İkinci Yeni” adının hikâyesini anlatır: “Daha önce, ama o sıralarda, Son Havadis’te yazdığım yazının başlığı.
İlhami Soysal yazı gelmedi diye sıkıştırır, ben yazıyı bitirmişim, bir ad
bulmakta zorlanıyorum, attım bir başlık, “İkinci Yeni” diye, öyle yayınlandı
yazı. Kısa bir süre sonra bu şiirin tabelası gibi oturacaktır, giriş kapısının
üstüne. İlhan Berk’in önerisiyle.” (Erdost, 1997, s.113)
[3] Muzaffer Erdost, bu yazının
öyküsünü Argos dergisine verdiği bir
röportajında şöyle anlatacaktır: “Veteriner Fakültesini yeni bitirmişiz ama,
fakülte arkadaşları gene aynı yoğunlukta.Orhan Duru, Şükran Lokantasında,
sanırım şarabın buğusuyla, anlamsız bulduğunu söylüyor benim beğenip Pazar
Postası’nda yayımladığım sanırım Ece’nin şiirini. Ayağa kalkıp parmağını
uzatarak , “Bana bir şey söylemiyor!” diye de tartışıyor. Oturuyor. Ben
kalkıyorum. Ben de parmağımı uzatarak ve sallayarak yanıt veriyorum. O hafta Pazar Postası’nda “Bir Şey Söylemeyen
Şiir” diye yazacağım bu tartışmanın getirdiklerini” (Erdost, 1997, s.113)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder