ÖZET
Ahmet Mithat Efendi’nin birbirini
takip eden, ikisini de 1875’te yazdığı Hasan Mellah yahut Sır İçinde Esrâr ve Zeyl-i Hasan Mellâh yahut Sır İçinde Esrâr
romanları, çok sesli yapısıyla dikkat çeker. Tarihsel malzemeyi kurgusal bir
atmosferde işlemekten hoşlanan Ahmet Mithat Efendi, romanlarında yarattığı karakterleri
ölümsüzleştirmeyi başarmıştır. Bu unutulmayan karakterlerden biri de Orta Doğu,
Avrupa ve Afrika’da gezerek ajanlık yapan, iç karışıklıklar yaratarak ülke iktidarlarını
dönüştürmeyi planlayan ve gerçek adı Domingo Badia Y Leblich olan Dominico
Badia’dır. Fenelon’un Telemak ve
Alexander Dumas Pere’in Monte Cristo
Kontu romanlarından ilham alan Ahmet Mithat Efendi, protagonist olan Hasan
Mellâh vasıtasıyla bir yandan Telemakhos’un yerli biçimini ortaya koyarken bir
yandan da Dominico Badia’nın takibi sayesinde Avrupa, Afrika ve Orta Doğu’daki
siyasal mücadeleleri romanına taşır. Romanın antagonisti olan Domingo Badia Y Leblich’in,
Yeni Osmanlılar cemiyetine ilham kaynağı olan Carbonari cemiyetine üye olması
araştırmamızın çekirdeğini oluşturmaktadır. Çalışmamızda romanın fiksiyonel niteliğini
göz önünde tutarak Carbonari cemiyetinin yapısını ve romancının bu cemiyete bakışını
değerlendireceğiz.
Anahtar Kelimeler: Novel, Ahmet
Mithat Efendi, Carbonari, Domingo Badia Y Leblich
A COMMUNITY THAT CALLS ATTENTION IN
OUR FIRST NOVELISM
Hasan Mellah yahut Sır
İçinde Esrâr and Zeyl-i
Hasan Mellâh yahut Sır İçinde Esrâr written
by Ahmet Mithat Efendi in 1875 are the first samples of Turkish literature.
They are poliphonic novels. Ahmet Mithat Efendi who likes to handle historical
material at fictional atmosphere has managed to immortalize characters created
by him in his novels. Dominico Badia whose real name is Domingo Badia Y Leblich
is one of these memorable characters that makes spying by travel and plans to
transform the country’s rulings by creating internal chaos. Inspired by
Fenelon’s Telemaque and Alexander
Dumas Pere’s The Count of Monte Cristo novels,
Ahmet Mithat Efendi puts forth the native form of Telemakhos by protagonist
Hasan Mellah, on the other hand, carries political struggles in Europe, Africa
and Middle East to his novel thanks to the pursuit of Domingo Badia Y Leblich. He is the antagonist of the novel and he is a
member of Carbonari community, which is the inspiration source of Yeni
Osmanlılar community, according to the historic sources. Domingo Badia Y
Leblich’s being a member of Carbonari will form the focus of our study. In our
work, we will assess the structure of Carbonari community and the view of the
novelist to this community by taking into consideration of the functional property of the novel.
Anahtar Kelimeler: Roman,
Ahmet Mithat Efendi, Carbonari, Domingo Badia Y Leblich
Türk
edebiyatının ilk büyük romancısı Ahmet Mithat Efendi, gazeteci kimliğinin
verdiği bir eğilimle Osmanlı coğrafyası ve Avrupa’da gelişen hadiselere daima
ilgi duymuştur. O, her zaman güncel olanın içindedir. Bu yüzden otuzu aşkın
romanı, güncel meseleler ile doludur. Edebiyatın metaforik bir yeniden üretim
olduğu dikkate alındığında, Ahmet Mithat Efendi, XIX. yüzyıl Osmanlı ülkesinde
önemli olan hadise ne ise, onu mutlaka romanlarına yansıtmıştır. Tanpınar (1988)
onun Türk toplumuna roman okutmayı öğrettiğini belirtir. Esasında onun Türk
sanatçısına roman yazmayı öğrettiğini rahatlıkla dile getirebiliriz.
Ahmet Mithat Efendi’nin gayretiyle, okur-yazar
oranının düşük olduğu bir toplumda günümüzün prime-time saatleriyle mukayese
edilebilecek bir okuma saati oluşur. Bu okuma saatinde, sarayda, yalılarda, konaklarda
ve küçük ahşap evlerde (Tanpınar 1988: 459) yediden yetmişe bütün hane halkı,
okuma bilen kişinin etrafında toplanır, kâh günlük gazetelerden pasajlar
dinler, kâh onun romanların episodlarını büyük bir merakla takip ederdi. Bu
XIX. yüzyıl Osmanlı başkentinin en önemli kültürel faaliyetlerinden biriydi.
1295’te
(m.1878) çıkmaya başlayan Tercümân-ı
Hakikat’ı kısa sürede payitahtın en çok satılan ve okunan gazetesi haline
getiren Ahmet Mithat Efendi, birçok romanını işte bu gazetesinde tefrika ederek
yayımlamıştır. Dolayısıyla okur ve dinleyiciler, bir sonraki günün gazetesinin
çıkmasını büyük bir merakla beklemişlerdir. Hatta Ahmet Mithat’ın Esrâr-ı Cinâyât romanı tefrika
edilirken, bazı okurlar romanda geçen hadiselere hakikat vehmederek suçluların
yakalanması için gazete önünde gösteri yapmışlar veya kahramanın serencamının
ne olacağı konusundaki merakını yenemeyerek gazetenin yazı işlerinden neticeyi
öğrenmeye gitmişlerdir (Korkmaz 2011: 105). Şüphesiz ki bu durum ancak, Ahmet
Mithat Efendi’nin romanlarında hem “illusion principle”ı iyi kullanması hem de
realiteyi önemli ölçüde fon olarak yansıtmasına bağlanabilir. Romanlarını
döneminin okuruna büyük bir ilgiyle okutan Ahmet Mithat Efendi, büyük bir ansiklopedist
olarak elbette güncel meseleleri, eserlerine dahil edecekti. Politik
meselelerin romanda öykü olarak kendine yer bulması ancak bu sayede mümkün
olabilirdi.
Avusturyalılarca
mağlubiyete uğratılmış Carbonari cemiyetinde bulunmuş Giuseppe Mazzini,
hücrelerle devrimin gerçekleşmeyeceğini anlayınca liberal bir genç (jeune)
hareketi oluşturur (Pirenne 1951: 1191). Mazzini ve sonrasında Garibaldi
öncülüğündeki İtalyan genç (jeunne) kuvvetleri İtalya’da siyasi birlik kurmak
için savaşırlar. Fransa’dan İstanbul’a yerleşen ve aynı zamanda İtalyan bir “jeune”
olan Jean Pietri’nin Osmanlı Genç Yurtseverler Birliği’nin oluşumunda rol
aldığını Niyazi Berkes (2003: 277) dile getirir. Şerif Mardin (1996) ise, Ali
Suavi’nin Avrupa’da ortaya çıkan genç harketlerden etkilendiklerini kesin bir
dille ifade ettiğini dile getirir (s.31). Bir Carbonaro olan Silvio Pellico’nun
hapishane hayatının anlatıldığı Mes
Prisons (Hapishanelerim), genç kuşak Osmanlılarca okunmuş önemli bir eser
olmuştur. İtalya’da liberal genç harekete ilham kaynağı olan Alessandro
Manzoni’nin I Promessi sposi (Nişanlılar)
adlı eserinin Osmanlı gençlerince okunup okunmadığı ise ayrı bir araştırma
konusudur.[1] Paris’te
bulunan Osmanlı gençlerinin Avrupa’yı kasıp kavuran Carbonari örgütlenmesi veya
İtalya’da Mazzini-Garibaldi çizgisinde devam eden “jeune” hareketiyle
tanışmamış olmaları mümkün değildir. Nitekim Şinasi, Paris’teyken Frederic
Millingen’den Garibaldi ile temas
kurması için aracılık etmesini ister (Mardin 1996: 30). Osmanlı genç kuşak
hareketi Carbonari cemiyetinin örgütlenme modeline pek yabancı değildir. Osmanlı
ülkesinde 1860’lı yıllarda başta Şinasi, Mustafa Fazıl Paşa gibi isimler
Türkiye’de bir “jeune” hareketi oluşturmak isterler (Sungu 1999: 777). Onlar, Jean
Pietri’nin de yardımıyla örgütlenme modeli olarak Carbonari cemiyetini
seçmişlerdi (Berkes 2003: 275).
Belirttiğimiz
gibi romanlarında güncel meseleleri işleyen Ahmet Mithat Efendi’nin Carbonari
ve jeune hareketlerine ilgisiz kalması mümkün değildi. O, bir yandan
gazetesinde Avrupa’da gelişen hadiseleri aktarırken bir yandan da bunları
romanlarında malzeme olarak kullanır. Osmanlı coğrafyasında, tüccar kılığına girip
ajanlık yapan Domingo Badia Y Lieblich’in öyküsü[2]
birbirinin devamı olan Hasan Mellâh Yahut
Sır İçinde Esrâr ve Zeyl-i Hasan Mellâh Yahut Sır İçinde Esrâr romanlarında
yansıtılmıştır. Esrâr-ı Cinayât’ta
Sultan Abdülaziz’in intihar süsü verilerek öldürülmesi metaforik olarak ele
alınmıştır. Aslında Abdülaziz’in intihar mı ettiği yoksa cinayete mi kurban
gittiği Osmanlı ülkesinin son döneminin en büyük tartışmalarından birisidir. Bilindiği
gibi Mithat Paşa olayında Üss-i İnkılâb’ı
yazarak sarayın tezlerine destek veren Ahmet Mithat Efendi (Tanpınar 1988: 451),
Esrâr-ı Cinayât’ta bu tutumunu
sürdürür. Dolayısıyla Abdülhamit’in Abdülaziz’in öldürüldüğünü düşünmesi ve
suçluları cezalandırması ile Ahmet Mithat Efendi’nin Esrâr-ı Cinayât’ta anlattıkları arasında büyük bir paralellik
vardır. Dürdane Hanım’da telefon
okura tanıtılır. Kafkas’ta 93 harbi
anlatılır. Acâyîb-i Âlem’de Rusya ve
İskandinavya’nın sosyal kültürel ve ekonomik tarihleri anlatılır. Hayret’te Hint coğrafyası tanıtılır. Dolayısıyla
Türk toplumunun büyük bir ansiklepedisti olan Ahmet Mithat Efendi’nin bu genç
Osmanlıların örgütlenmede örnek aldıkları Carbonari örgütüne karşı ilgisiz
kalması mümkün değildi.
Romancılığın
büyük bir ustası olan Ahmet Mithat Efendi, Hasan
Mellâh romanlarında mekânı bütün Akdeniz’den müteşekkil yaparak sözü
Carbonari cemiyetinin çalışma biçimine ve kurallarına getirir. Türk
romancılığında bir ilk olan bu tutum, okuru bilgilendirmek ve halkın bilgi
seviyesini yükseltmek amacını taşır. Her büyük romanın kendi türünün
özelliklerini özgün bir biçimde ortaya koyduğu hatırlandığında, Ahmet Mithat
Efendi’nin bu tarihi anekdotları eserinde yansıtması iddia edildiği gibi
sanatına halel getirmez. O, komitecilik faaliyetlerinden haberdar olmayan bir topluma
bu konuda malûmât vermek ister. Ahmet Mithat Efendi, bunu yaparken gerçeklerden
bir an olsun ayrılmaz. Kahramanları ne kadar olağan üstü bir yapıya sahip olsa
da romanın fonuna yerleştiği tarihi, ekonomik ve toplumsal hadiseler o kadar
gerçektir. Belki onun için, II. Abdülhamit’in görüşlerini ve siyasetini
destekleyen bir bilinçle yazıldığı ve yanlı olduğu iddia edilebilir. Böyle
düşünülse bile, onun romanlarının tarihsel arka planının gerçekliklerden
hareket ettiği olgusunu yine de ortadan kaldırmaz. Romanı okuyan o dönemin
okuru, Ahmet Mithat Efendi’nin saray hakkında söylediklerine katılır veya
katılmaz, o ayrı bir tartışma konusudur.
Çalışmamızda
elbette romanın kurgusal bir dünyaya sahip olduğu gerçeğini gözden uzak
tutmayacağız. Bu çalışmada yapacağımız şey, Ahmet Mithat Efendi’nin 1875’te
yazılan Hasan Mellâh yahut Sır İçinde
Esrâr ve Zeyl-i Hasan Mellâh yahut
Sır İçinde Esrâr romanlarında Carbonari cemiyetinin nasıl çalıştığını,
faaliyetlerini nasıl sürdürdüğünü romancının bakış açısı etrafında
değerlendirmektir.
Dominico
Badia, gerçek adı Domingo Badia Y Lieblich olan İspanyol bir seyyâhtır.[3]
Fakat kılık değiştirerek İslam ülkelerinde Cizvit tarikatı adına misyonerlik
yapar. Misyonerliği sırf daha çok zengin olabilmek için benimsemiştir.
Genellikle Müslüman Arap din adamı kılığıyla kendini tanıtır. Hasan Mellâh Faslı Müslüman bir gençtir.
Cuzella adlı bir İspanyol kızı sever. Dominico Badia ise Cuzella ile evlenmek
ister. Badia kendisini kabul etmeyen Cuzella’i kaçırır. Romanın vaka örgüsü bu
şekilde başlatılır. Hasan Mellâh Cuzella’i bulmak için Dominico Badia’nın
peşine düşer. Romanın vakası bütün Akdeniz’e yayılır. Ahmet Mithat Efendi,
nehir romanın ilk örneği olan bu iki romanında 18. ve 19. yüzyıl Avrupa’sının
siyasi, dini, ekonomik ve kültürel hayatını okura anlatma fırsatı elde eder.
İtalya tarihi kadar Mısır, Fas, Osmanlı tarihi de romana girmiştir. İlk
eserlerinden olması sebebiyle, bu iki romanı bu konuda çok iddialıdır. Romancı Cevdet ve Thiers tarihlerinden yararlandığını sıklıkla vurgular. Öte yandan
Ahmet Mithat Efendi, modern bir romancı olduğu için gerçek olanla kurgusal
olanın ayırt edilmesi gerektiğini romanın henüz o ilk döneminde dahi ifade
eder:
“Avrupa tarihinin
birçok acayip ve garaibinden birisi dahi, medeniyetin en büyük sademâtına
uğramış olan bu garip kıt’a içinde teşekkül eden dinî, hikemî ve bahusus siyasî
cemiyyât-ı hafiyedir. Bunlardan en büyük ve en mühimlerinin adedi yirmiyi
tecavüz eder. Her birinin nice garaibi vardır ki, yazılsa erbâb-ı mütâlaayı
hayrette bırakır. Ancak şimdiye kadar defaâtle arz ve ihtar eylemiş olduğumuz
veçhile, bu nüshayı müverrih sıfatıyla kaleme almayıp hikâyenüvis sıfatıyla
yazmakta bulunduğumuzdan, vazifemizin haricine çıkmamak suretine kemaliyle
ehemmiyet vermekteyiz.” (s.335)
Ahmet
Mithat’ın “Cemiyyât-ı hafiyye” ifadesinden
Carbonari, Gülhaçlılar, Masonlar, Cizvit Tarikatı gibi yer altı cemiyetleri
anlaşılmıştır. Carbonari cemiyetinin her bir üyesi, gönüllü olarak hizmet eder.
Her türlü istihbaratı toplar, üyelerini hücre tipinde örgütleyerek bekasını
temin eder. Bir hücre çökertildiğinde ötekileri faaliyetlerine devam eder.
Carbonari
cemiyeti, kilise karşıtıdır. Aynı zamanda ulusal ve seküler bir sistemi
hedefler. Carbonari, “kömürcüler” anlamına gelen çoğul bir kelimedir. Carbonaro ise İtalyancada bunun tekil
şeklidir. Niyazi Berkes (2003) bu cemiyet için şu tanımı yapar: “…İtalya’da
Fransız devrimi fikirlerinin etkisi altında 1820’de doğan ve amacı ulusal,
cumhuriyetçi bir İtalyan siyasal birliği gerçekleştirmek olan örgütlerin en ünlüsüdür.”
(s.276). Mason örgütlenme biçimini örnek alan Carbonari, başarısızlığa uğrar. Mazzini ve Garibaldi
cemiyetin adını ve çalışma biçimini değiştirse de bu defa Napolyon İtalya’da
kiliseye yardım ederek yeniden başarısızlığa iter (Berkes 2003: 176). Ama şu
unutulmamalıdır ki Fransız İhtilali’nin getirdiği modern ulus devlet kavramı
başlangıçta bu tarz cemiyetlerce benimsenmiştir.
Ahmet
Mithat Efendi de içinde yaşamış olduğu 19. yüzyılın Avrupa tarihine ilgisiz
kalmamış, bu yüzyıl boyunca faaliyet göstermiş ve Osmanlı geçlerine esin
kaynağı olmuş Carbonari cemiyetini ayrıntılı bir şekilde Zeyl-i Hasan Mellâh romanında işler. Her ne kadar onun romanları
için yapılan eleştirilerde eserlerinin ham olay yığınlarıyla dolu olduğu iddia
edilse bile bu eleştiri gerçekliklerden son derece uzaktır. Onun romanlarında
hiçbir şey tesadüf eseri veya akla geldiği gibi yer almaz. Her konu en ince ayrıntısına
kadar tasarlanarak, düşünülerek ve sorumluluk makamında olunduğu büyük bir
dikkatle kabul edilerek romana konulmuştur. Şüphesiz ki söz konusu romanında
Carbonari’nin işlenmesi, ancak bu cemiyetin Osmanlı coğrafyasını da etkilemiş
olmasıyla açıklanabilir.
1767-1818
yıllarında yaşamış olan Domanico Badia, İspanya’dan
Cuzella’i kaçırdıktan sonra Paris, İstanbul ve Kahire, Aydın, Roma ve Şam’da
bulunur. Her yerde başka bir kılığa bürünür. Amacı Hasan Mellâh’tan gizlenmek
olsa da Cizvit tarikatı adına çalışır. İspanya’da iken Carbonari cemiyetine üye
olmuştur. Romanda Dominico Badia’nın Roma’ya gelmeden önce Carbonari cemiyetine
yalnızca kâğıt üstünde bir üyeliği vardır. Badia, İtalya’ya geldikten sonra
Carbonari cemiyetinin faaliyetleri, örgütlenme tipi, yargılama sistemleri,
ekonomik güç ve olanakları ayrıntılı bir şekilde anlatılmaya başlar. Ahmet
Mithat Efendi, romanında Carbonari cemiyetinin kurulma nedenini Avrupa’daki
feodal yapının sömürüsü ve Kilise’nin zulmüne bağlar:
“Târih-şinâsân-ı
erbâb-ı mütâlâaya malûm olmak lâzım geldiği veçhile, müstesna vakitlerde
Avrupa’nın her tarafında ve bahusus İtalya’da papaz güruhu halkı yalnız taht-ı
kahr-ı esâretlerine alıp mamelekini soymak derecesindeki tagallübleriyle kanaat
getiremeyerek, gerçekten kanlarını da emmek hararetiyle kıyam eylemiş ve bu
maksat uğrunda o zaman İtalya’yı miyanelerinde bittaksîm, her biri büyük bir
eyalet veya sancakta birer Nemrut ve Firavun kesilmiş olan prensler ile
bilittifak, her iki taraf yekdiğerinin mezalimini terviç etmekte bulunmuştu.
Mal müsadere etmek, ırz hetk etmek, keyif için bir adamı nehre atıvermek
veyahut karnını deşmek derecesindeki mezalimden birisi hakkında edna şikâyete
mütecasir olmak kimin haddine düşmüştü?” (s.336)
Ahmet
Mithat Efendi, sorumluluk katında oturan bir romancıdır. O elindeki her malzemeyi,
ucu nereye uzanırsa uzansın kaygısızlığı içinde kullanan bir sanatçı değildir.
Carbonari cemiyetinin Avrupa’daki Kilisenin zulmü ve feodalizmden doğmuş olarak yansıtsa da cinayet ve
sabotajlarını onaylamaz. Kanunla sınırlandırılmış iktidar güçlerinin, adaleti
tesisi noktasında daima bu tarz kontrol dışı cemiyetlere tercih edilmesi
gerektiğini vurgular.
“Hikmet-i târihi
muhakeme eden feylesoflar derler ki, mukaddemleri halk üzerine mütegallip ve
müstevli güruh varken Carbonari Cemiyeti
hürriyet ve selâmet-i âmmeyi mütekeffil bir cemiyet-i medeniye sıfatında
bulunur ve mütagallibîn tarafından ne kadar tazyik görürse o kadar büyürdü.
Sonraları mütegallibîn-i mezkûre ilân-ı tanzimâtla halkın hâmî-i müşfiki
sıfatını alınca Carbonari takımı haydut menzilesinde kaldı ve hükûmetler dahi
haydut cemiyetlerinden ibaret bulunan Carbonari Cemiyetinin halk indinde
rağbetini kaybeylemiş olduğunu görerek, yine halkın inzimâk-ı muâvenetiyle bu
cemiyetin hakkından geldi.” (s.340)
Modern yaklaşımlar,
Ahmet Mithat Efendi’nin yukarıya aldığımız görüşleriyle paraleldir. Nitekim
Julius R. Ruff (2011), erken Modern Avrupa’da saldırı ve cinayet şeklindeki
şiddet olaylarının bu tarz eksikliklerden kaynaklandığını vurgular (s.142).
Islahât Fermanı’nın ilanında önemli katkıları olan Sadrazam Ali Paşa, gayr-i
müslim tebaanın haklarını genişletmenin Avrupa’da eğitim gören farklı inanç
sahiplerinin çocuklarının yıkıcı faaliyetlerini durduracağını düşünmüştür
(Mardin 1996: 27).
Bu şartlar altında kurulan Carbonari
cemiyeti, 1815 ve 1822 yıllarında en kuvvetli durumuna gelir. 60 binin üzerinde üyeye sahip olur (s.337). Ahmet
Mithat’a göre, cemiyet bu yıllarda Piemonte, Napoli, Floransa ve Roma gibi
şehirlerde sekiz-on bin kişilik güce ulaşmıştı. Cemiyetin üyeleri her yere
sızar, ülkenin önemli bir gücü haline gelir. Öyle ki “asâkir-i mustahfazanın
yüzde yirmisi”nin (s.337) yani ordunun beşte birinin bu cemiyet üyelerinden
oluştuğunu söyler.[4]
Carbonari cemiyeti üyeleri
aralarında şifreli bir dil kurarlar. Zeyl-i
Hasan Mellâh’ta Carbonari üyelerinin şifreleri ve bu şifrelerin karşıladığı
anlam şu şekilde ifade edilir:
Baş
ağıl: Yönetim hücresi
|
Kurt:
Zeleme
|
Ağıl:
20 kişilik hücreler
|
Yeğen:
Carbonari üyelerinin hitap şekli
|
Koyun: Halk
|
Mangal: Ağıl
|
Çoban: Carbonari üyelerinin her biri
|
Hava:
Vatan ve memleket
|
Carbonari cemiyeti üyeleri,
belirttiğimiz gibi hücre tipi yöntemiyle örgütlenmektedir. Ahmet Mithat Efendi,
bu örgütlenme modelini detayıyla anlatır:
“… İtalya İçinde
tekmil azası altmış bin neferi tecavüz eden bu cemiyetin en büyük reisi, yalnız
yirmi nefer ikinci derecedeki rüesayı tanıyıp, başka hiçbir fert tanımaz ve bu
yirmi nefer ikinci rüesa dahi kendi yirmişer nefer üçüncü reislerini tanıyıp,
onlar dahi yirmişer, otuzar, nefer efradı tanırlardı. Bu halde Carbonari
efradından birisi şayet cemiyete hiyanet ve hükûmete hizmet edecek olursa,
yalnız kendi tanıdığı yirmi neferi ele verebilir. Cemiyetin sair azası bu
hiyanetin mazarratından emin kalırdı. Hatta bunların sahâyif-i tarihi doldurmuş
olan harekât-ı bâgiyâbanelerinden hiçbirisinde Carbonari lâfzı ağıza bile
alınmayıp, güya halk kedilikleriyle isyan etmekteymişler gibi hareket
eylemişler.” (s.337-338)
Carbonari
cemiyeti, İtalya’da âdeta bir suç örgütü gibi çalışır. Cemiyet, her ne kadar
düşünce sisteminde nasyonalizm ve sekülerizm etkili olsa da kontrol dışı unsur
olarak var olur. Ahmet Mithat Efendi,
Carbonari’nin sabotaj ve suikast yöntemlerini sıkça kullandığını dile
getirir. Esrâr-ı Cinayât romanında Kalpazan Mustafa’nın Halil Sûrî’yi
kloroformla zehirleyip cinayete intihar süsü vermesi bize Sultan Abdülaziz’in ölümünün
ardından bileklerinin kesilmiş olmasını hatırlatır. Esasında 19. yüzyıldan
itibaren gizli cemiyetlerin toplumdaki etkisinin artması ile sabotajların artması
arasında önemli ölçüde bir paralellik kurmak mümkündür. Nitekim Ahmet Mithat
Efendi, Carbonari cemiyetinin sabotaj ve cinayet yöntemlerini şöyle anlatır:
“Bir manastırda
veyahut hanesinde papazın birisi maktul bulunur. Kim katledecek? Şüphe yok ki,
kara sevda ile kendisini aşmış veyahut kesmiştir. Hâlbuki bu herifin Carbonari
ipiyle asılmış veya onun kurşunuyla vurulmuş veyahut onun bıçağıyla kesilmiş
olduğuna asla şüphe edilmemelidir. (s.338)
Carbonari
cemiyetinin her kesimden üyesi bulunmaktadır. Belirttiğimiz gibi cemiyet her
türlü hükûmet ve yönetim katmanında etkili olur.
“Haydutlar bir
derebeyinin hisarını basarlar. Herif idam, malını müsadere ederler. Ancak bu
haydutlar ol haydutlardır ki, onların cemiyeti içinde en büyük hükûmet
memurları da vardır. En büyük asker zabitleri de. Hatta en büyük papazlar bile.
O cemiyete Carbonari derler ama, Carbonari demek ne demek olduğunu kim bilir
ki, buralara kadar sarf-ı zihn eylemeye muvaffak olsun?” (s.338)
Ahmet
Mithat Efendi’nin Hüseyin Fellâh
romanında, Ahmed Bey, Cezayir’deki çevresinde büyük bir bilgin olarak
tanınmaktadır (Korkmaz 2010: 176) Oysa geceleri tebdîl-i kıyafetle korsanlık ve
haydutluk yapmaktadır. Carbonari cemiyetinde toplumun önemli kişilerinin
bulunmasını romanına ekleyen Ahmet Mithat Efendi’nin, döneminin yaşantısına ve
politik çatışmalarına sırtını dönmediğini göstermektedir. Mithat Paşa olayı,
Ahmet Mithat Efendi’nin sanatını önemli ölçüde etkilemiştir.
Umberto
Eco’nun Prag Mezarlığı romanında, 19.
yüzyılda Carbonari cemiyeti, Cizvit tarikatı ve Mason teşkilatının çalışma
biçimi, sabotajları ve cinayetleri kurgusal bir atmosferde anlatılır. The Porotocols of the Elders Zion gibi
Avrupa’daki Yahudi aleyhtarlığı metinlerinin[5]
oluşum sürecine yolculuğa çıkarır okuru. Eco, toplumun önemli kesimlerinden
kişilerin gizli örgütlerde bulunması ve satanik ayinlere katılmasını işler.
Dolayısıyla 19. yüzyılı araştırmak isteyen bir araştırmacının karşılaşacağı olguların
önemli bir kısmının altında gizli örgütlerin imzası olacaktır. Ahmet Mithat
Efendi de mümkün olduğunca Avrupa’da güncel olan bu tarihi olayları, romanına
fon olarak yansıtmıştır.
Carbonari
cemiyetine üye olmanın belli kuralları vardır. Bu kurallar, cemiyet üyelerinin
deşifre olmaması üzerine tesis edilmiştir. Mithat Efendi bunu romanında şöyle
anlatır:
“Evvel emirde
cemiyete dehalet edecek olan adam, hangi yirmi kişiden ibaret bölüğü
kaydolunacaksa kendi hakkında mezkûr yirmi kişinin kefalet göstermesi lâzım
gelirdi. Binaenaleyh o adamın kâffe-i ahvâlinden yirmi nefer rüfekası mes’ul
olup, bu mes’uliyet ise herifin göreceği cezaya iştirak derecesine vardığından
bir neferin yirmi nefer küfelânın kırk tane gözü daima açık bulunurdu.”
Carbonari
cemiyetinin yargılama biçimi ilkel bir tarzdadır ve keyfiliğe dayanır. Cemiyete
ihanet edenler ölümle cezalandırılır. Ölümle cezalandırılan kişi, dünyanın
neresine giderse gitsin bir şekilde üyelerce bulunup yok edilir. “Hatta birkaç
defa kıt’anın haricine kaçan erbâb-ı töhmetin de tertîb-i cezâları için
arkaları sıra memur gönderilmiş ve cezaları tertip olunmuştur” (s.339) Ahmet
Mithat Efendi’nin 1877’de yazdığı bir diğer roman olan Süleyman Muslî’de aynı adlı kahraman, Hasan Sabbah’ın Haşhaşî
örgütünün verdiği görevleri, sevgilisi Mariya Konstanse’yi kurtarmak için
yapar. Ancak Alamut kalesinin iç yüzünü öğrendiği için Şeyhülcebel Hand
Alâeddin tarafından yok edilmek istenir ve yerleştiği Konya’ya bir suikast
ekibi gönderilir (Süleyman Muslî,
s.198) Carbonari cemiyetinin cinayet, suikast ve sabotajları ile Haşhaşîlerinki
arasında büyük bir benzerlik vardır. Yine Carbonari cemiyetine üye kabul edilme
sistemi, referans zorunluluğu bakımından Haşhaşî yöntemlerini hatırlatır.
Carbonari
cemiyetinde küçük cezalar için “tekdir ve tevbih ve icabına göre tayin olunan
nakdî ceza” (s.339) uygulanır. Yargılamanın yapılması ve cezanın uygulanması
için görevlendirilen memur, hiçbir şekilde yazılı bir şey kullanmaz. İletişimi
gizli yapar. Amaç delil bırakmamaktır. Hatta uzak memleketlerle iletişim sözlü
olarak sağlanır. Örgüt üyelerinin birbirini tanıması için ikiye ayrılmış iskambil
kâğıdı kullanılır. Bir yarısı cemiyetin elinde diğer yarısı cemiyet üyesinin
yanındadır. Cemiyet üyesiyle iletişime geçen kişi kartı tamamlayan diğer bölümü
çıkararak parola doğrulamasından geçer. Böylelikle üyeye iletilen bilgilerin
emin kaynaklardan geldiği anlaşılır (s.339).
Dominico
Badia Roma’ya 1817’de gelir. Bu yıllarda kilise egemenliği devam eder.
Carbonari cemiyeti de bu yıllarda Fransız ihtilanin getirdiği fikirler ışığında
büyümeye başlamıştır. Dominico Badia ise
İtalya’ya geldiğinde kiliseyle yakın ilişki kurar, Papa’nın yakın çevresinde
yer alır. Domanico Badia, kocası Carbonari cemiyeti tarafından öldürülen ve
kilise yanlısı olan Kontes de Padoga ile evlenmek üzeredir. Badia Roma’ya gelir
gelmez Carbonari cemiyeti kendisini bulur. İkamet ettiği yere bir üyesini
gönderip Papa’nın desteklediği bu evlilikten vazgeçmesini ister ve yine
Papa’nın cemiyete karşı olan “şiddet ve tazyik”inden (s.344) vazgeçirilmesi
görevini verir. Dominico Badia, Kontes de Padoga’yla malı için evlenmeyi
istemektedir. Carbonari cemiyeti, üyesini mücadele ettikleri kiliseye ve papaya
kaptırmayı istemez. Dominico Badia ise
cemiyetten korunmak için kiliseden ve polisten yardım ister, kendisine koruma
tahsis edilir. Bu yıllarda Corbonari cemiyeti o kadar güçlüdür ki her yere
sızmıştır. Badia’nın uşağı Joseph ve metresi Sartino da Carbonari üyesidir.
Fakat Dominico Badia’nın bundan haberi yoktur. Öyle ki kendisine tahsis edilen
polis ve ajanların yarısı da Carbonari’ye mensuptur. Dolayısıyla bu şartlar
altında korunan Badia’nın Carbonari’den kaçması mümkün değildir. Nitekim Kontes
de Padoga ve Dominico Badia’yı bilmedikleri bir yere kaçırarak yargılamaya
başlarlar. Ahmet Mithat Efendi, Dominico Badia’nın cemiyetçe nasıl
kaçırıldığına uzun bir yer ayırır. Dominico
Badia bir sabah uyandığında kendini tuhaf bir yerde bulur. Uzun bir süre
kendine gelemez. Yatmak için tekrar uğraşır, fakat uyanık olduğunu anlar:
“
Badia akşam yattığı odanın içinde değildi. Akşam yattığı oda kendisinin
mükellef yatak odası olup, sabah uykudan uyanarak kendisini derununda bulduğu
oda ise boyasız beyaz tahtadan mamul bir masa ve yine bu nev’iden bir karyola
ve maî bezden perdeler ile döşenmiş pis ve mundar bir mahal idi. (s.352)
Dominico
Badia’nın kaçırıldığı ortam metruk bir evi andırmaktadır. Dolayısıyla Ahmet
Mithat Efendi’nin bu tarzda sahne (scéne) hazırlaması, Carbonari’nin satanik
ayinleri andıran yargılama anını hazırlama amacını taşır. Oluşturulan mahkeme ad hoc niteliktedir.
“ ‘Cine, periye,
şaytana meytana itikadım yoktur ki bu tayy-i mekânı onların şerrine hamledeyim.
Bu memleketin cini, şeytanı, hep Carbonari halkı olduğundan bu da mutlaka onların işidir’. dedi. Ve bu söz kendisine
kanâat-ı kâmile vermiş olduğu cihetle, işin akibetine muntazır olmak için (…)
yatağının kenarına oturup mahzun mahzun düşünmeye başladı (s.353).
Badia’nın
kilitlendiği yerde bulunan uşak Joseph, karanlık bastırdıktan sonra yüzü
maskeli olarak gelir ve onu yargılama salonuna götürür. Burada mahkeme
kurulmuştur. Dominico Badia, idam hükmünün verileceği korkusuyla titremektedir:
“Badia, Joseph’i
nikaplı olarak gördüğü zaman bir kahkaha-i istihzâ ile gülmüş mü zannedersiniz?
Heyhât! Bu anda Badia Joseph’i görmüyordu. Âdeta ölüm kalkmış gitmiş yüzüne de
bir nikap çekerek gelmiş de, kendisini ahirete davet ediyormuş zannederdi. Joseph’e
hiçbir cevap veremedi. Vücudundaki raşeyi bir türlü teskin edemeyerek, titreye
titreye kalktı Joseph’in arkasına düştü.” (s.356)
Ahmet
Mithat Efendi, gizemli bir salon teşkil eder. Salonda bulunan herkesin yüzü
maskeli ve örtülüdür. Kimse kimseyi tanımaz. Romancı, yargılamanın yapılacağı
salonu Dominico Badia’nın gözüyle anlatır:
“Vardıkları yer
büyücek bir salon olup, derununda yirmi beş kadar yüzü nikaplı erkek ve bir de
kezalik yüzü nikaplı kadın bulunup, bu cemiyetin hey’et-i umûmiyyesi âdeta bir
maskeli baloya benzer idiyse de, Badia’da bu teşbihi edecek iktidar yoktu.
Bilâkis, salon içine girdikten sonra kendisini bütün bütün kaybeylemişti. Zira
o kadar nikaplıların içinde yüzü açık yalnız bir kadın bulunup, o dahi Kontes
de Padoga idi.” (s.356-357)
Dominico
Badia salona girdiğinde yargılama meclisi ayağa kalkar, Badia oturduğunda
herkes oturur. Mahkeme başkanı ayağa kalkarak üyelere ve sanıklara seslenir:
“Yeğenler! İspanya
ağıllarından bizim meraya nakledilmiş olan yeğen Dominico Badia cemiyetin
rızası hilâfına olarak bir izdivaç akdetmek arzusundadır. Akdedeceği Kontes de
Padoga cemiyetimizin haricinde bir kadın olup, hatta bizden kocasının kanını
dava etmektedir. Evvelâ zannederiz ki Kontes de Padoga sevgili kocasını boğmuş
olan bir cemiyete mensubiyetinden dolayı yeğen Dıminico Badia’yı tezevvüce
kabul etmeyecektir. Bir kere de kendisine sual olunsun.” (s.357)
Kontes
de Padoga, Dominico Badia’yı sevmediğini, evlenmeyi düşünmediğini ve Papa’nın
telkinini önemsemediğini söyler. Badia’yı cemiyet üyesi olduğu için
reddetmediğini vurgular. Öte yandan Carbonari’nin kocasına bir üyelerini
öldürdüğü gerekçesiyle kısas uygulandığını ifade eden mahkeme başkanı, Kontes
de Padoga’nın cemiyet nazarında henüz masum olduğunu fakat bir üyelerine zarar
verdiği takdirde intikamının alınacağını bildirir. Oysa Kontes, mahkeme
kocasının intikamını alacağına yemin eder. Mahkeme başkanının konuşmasında
dikkati çeken başka bir husus da cemiyet içinde katı bir hiyerarşinin var
olmasıdır. Çünkü Kontes için “cemiyetimizin haricinde bir kadın” denmesi, kast
sisteminin uygulandığını düşündürmektedir. Carbonari cemiyeti Marki de
Fosavilla ile evlenmek isteyen Kontes de Padoga’yı Ernest Villa Cantica ile
evlendirmek ister. Kontes bunu kabul etmese de ilgili kilise mühürleri ve
evlilik akdi orijinal bir biçimde hazırlanmıştır. Çünkü mühürler ve senetler
cemiyete mensup papazlarca Saint Greguar Kilisesi’nden sızdırılmıştır. Kontes
de Padoga, ölüm tehditleri altında senedi imzalar. Cemiyetin böyle bir yola
başvurmasının sebebi, kendi aleyhlerinde çalışan iki kişinin güç birliği yapmasını
engellemektir. Mahkeme Başkanı, Ernest Villa Cantica ile olan evlilik senedini
imzalamasını istemesini şöyle izah eder:
“Yalnız cemiyet sizin
bir kocaya varmanızı istemiyor ve mutlaka size bir koca lazımsa kendi
intihâb-gerdesi olan bir kocayı vermek istiyor da onun için. Hem siz bu senedi
imza ederseniz mutlaka Monsieur Ernest’i yanınıza kabul etmeniz lâzım gelmez.
Görüyorsunuz ya nikâh gizli nikâhtır. Yani ne zaman lâzım olursa o zaman
meydana çıkacaktır.” (s.359)
Buradaki evlilik
akdinin ne kadar ustaca hazırlandığını, daha sonra Joseph’in Dominico Badia’ya
anlatmasından öğreniyoruz.
“Hatta sana Papa dahi
Carbonaridendir derlerse inanmamazlık etme. Değildir a, misal olarak
söylüyorum. Şunu mülâhaza et ki bu gece
Kontes de Padoga’nın imza eylediği senet şühûd-ı mutebere huzurunda ve Saint
Greguar Kilisesinde akdedilmiştir. Hatta kilise tarafından havi olan iki satır
yazıyı papaz efendi görecek olsa kendi yazısı olduğunu tasdikan haçı öper.”
(s.364)
Umberto Eco’nun Prag Mezarlığı romanında Cizvitlerce
hazırlanan ve II. Dünya Savaşı’nda Yahudilere yönelik katliama uzanan Prag
Mezarlığı Protokolleri’nin Rahip Della Piccola gibi bir kaligrafi ustası
tarafından hazırlandığı belirtilir. Burada da bu tarz gizli cemiyetlerin 19. yüzyılda
bünyelerinde önemli kişilerin yazılarını taklit eden usta kaligrafları istihdam
ettiklerini Ahmet
Mithat Efendi de ifade etmektedir. Öyle ki Saint Greguar Kilisesi Baş Papazı taklit edilen yazıyı kendisininki sanır.
Mithat Efendi de ifade etmektedir. Öyle ki Saint Greguar Kilisesi Baş Papazı taklit edilen yazıyı kendisininki sanır.
Evlilik
senedinin imzalanmasından sonra üyeler çekmiş oldukları meçlerini kınına
koyarak yerine oturur. Daha sonra Dominico Badia’nın yargılanmasına geçilir. Mahkeme
Başkanı, Badia ile ilgili yargılamayı şöyle başlatır:
“Yeğenler! Yeğen
Dominico Badia cemiyet tarafından kendisine verilen emri icrada teahhur
gösterdi. Eğer emri ifa etmeyeceğini kat’iyen söylemiş olsaydı ceza
başkalaşırdı. Kabahati yalnız teahhurdandır. Hâlbuki cemiyet bunu da henüz
Badia’nın İtalya Carbonarisini tanımamakta olmasına hamletmektedir. Binaenaleyh,
bu kabahatten tebriye-i zimmet etmek için söyleyeceği bir sözü varsa
söylemesini fevkalâde olarak cemiyet kendisine müsaade eder.” (s.361)
Badia
cemiyete karşı yaptığı hatanın idamla yargılanmaya sebebiyet vermediğini
görünce sevinir. Badia elinde olmayan nedenlerle görevini ertelediğini yoksa
yapmaktan kaçmadığını ifade eder. Mahkeme Başkanı Badia’ya bu kusuru yüzünden beş
bin frank para cezası verir. Badia cezayı büyük bir memnuniyetle karşılar,
canını kurtardığı için sevinir. Gitmek için müsaade ister. Fakat nasıl gelmişse
öyle gönderileceği söylenir. Uyuması için ilk getirildiği yere konulur. Badia
buraya nasıl getirildiğini merak ettiği için uyuyamaz, gözlerini kapatıp uyuyor
izlenimi verir. Gece yarısı cemiyet üyeleri gelip ağzına ve burnuna kloroform
sürülmüş bir sünger uygularlar. Böylece Badia uyuşturulur. Bundan sonrasını romancı anlatır:
“Bîçare Badia bu
suretle bayıldıktan sonra, beş on dakika kadar hâliyle terkolundu ve tamam
kemaliyle kendisini kaybeyledikten sonra naşını dört kişi karga tulumba ederek
bir arabaya bindirdiler. Bu arabanın tekerleklerine demir şına kaplanmamış
olduğundan, yürüdüğü zaman gürültüsü ta uzaklara kadar gitmezdi. Bu suretle
Badia’nın Saint Paulos meydanı
üzerindeki konağına kadar geldiler. Muhafazaya memur olan polis neferâtından
dördü arabayı istikbal eylediler ki, bunların dahi yüzleri birer mendil ile
örtülmüştü. El birliğiyle cenazeyi indirdiler ve omuz birliğiyle yukarıya
odasına kadar çıkardılar. Kimsenin haberi bile olmadı.” (s.363)
Yanı
başında Carbonari cemiyeti bir uşak, bir metres ve çoğunluğu bu cemiyete mensup
bir koruma ordusu içinden nasıl kaçacağına dair planlar yapan Dominico Badia,
kendisine verilen dört gün mühlet zarfında bunu başarmak ister. Kuşatılmış
olduğu konaktan ancak dördüncü günde şüphe çekmeyerek ayrılır ve Tiber nehrine
doğru gider. Bindiği kayığı kullanan kayıkçıya kendisini uzağa götürmesini
söyler. Kayıkçı nereye gitmek istediğini öğrenmek ister. Dominico Badia ondan
sadece Roma’dan uzaklaşmasını ister. Kayıkçı ısrar eder ve Badia’ya “Hayır
yeğen! Uzun etmiyorum nereye kadar gideceğinizi bilmeye mecburum.” (s.370) der.
Dominico Badia sandalcının “yeğen” ifadesiyle kendisine hitap etmesi üzerine
Carbonari üyesi olduğunu anlar. Bunun üzerine kayıkçıya ateş eder. Cesedini
denize atar ve kayıkla uzaklaşmaya başlar. Kendisini İtalya’nın bir liman kenti
olan Civitavecchia açıklarında bekleyen Cuzella adlı özel gemisine ulaşır ve
kaptana Sicilya tarafına yol alması emrini verir. Böylece Dominico Badia
Carbonari cemiyetinin elinden kurtulur.
Dominico
Badia İtalya’dan kaçtıktan sonra Şam’a Ali Abbasi kılığındaki bir Arap din
adamı olarak yerleşir. Bir süre sonra
Carbonari cemiyeti Dominico Badia’nın Şam’da olduğu haberini alır. Peşinden Arap
kılığındaki İspanyol bir Carbonaro Şam’a gönderilir. Şam’da halkı Ali Abbasi
kılığındaki Badia aleyhine kışkırtır. Onun Müslüman olmadığını yayar. Halk
Dominico Badia’nın evini kuşatır ve onu linç ederek öldürür. Ardında kalan
parası ve malları ise Carbonari cemiyeti üyesi Arap tarafından borç senetleri
gösterilerek faiziyle birlikte otuz yedi bin frank karşılığında müsadere edilir
(s.398).
SONUÇ
Hasan
Mellah yahut Sır İçinde Esrâr ve Zeyl-i
Hasan Mellâh yahut Sır İçinde Esrâr romanları Türk edebiyatının 1875’te ilk
nehir formunda yazılmış eserleridir. Birbirinin devamı olan ve bütün Akdeniz’e
yayılan bir ajanlık hikâyesinin anlatıldığı bu iki romanda, Dominico Badia’nın
zenginleşme gayesiyle Ortadoğu ve Avrupa’daki yıkıcı faaliyetleri işlenmiştir.
Dominico Badia İtalya’da bulunduğu sıralarda Carbonari cemiyeti tarafından
gözlemlenir. Bir cemiyet üyesi olarak kendisinden belli yükümlülükleri yerine
getirmesi istenir. Bu vesileyle Carbonari cemiyetinin Ahmet Mithat Efendi’nin
bu iki romanında, kurgusal dünya göz önünde tutularak çalışma biçimi üzerinde
duruldu. Ahmet Mithat Efendi Carbonari
cemiyetinin çalışma biçimini Cevdet
ve Thiers tarihlerinden
yararlanmıştır. Çalışmamızda Yeni Osmanlılar ve Jön Türklerin örnek aldığı Carbonari
cemiyetinin gizli bir örgüt olduğu, ulusal ve seküler bir devlet kurmak için
İtalya’da hücre yöntemiyle örgütlendiği, ad
hoc mahkemeler kurarak üyelerini ve toplumun farklı kesimlerine ait
kişileri yargıladığı ve ceza verdiği, amacına ulaşmak için sabotaj, cinayet ve
suikastler yaptığı, kendisine ihanet eden üyelerinden intikam aldığı
saptanmıştır.
KAYNAKLAR:
AHMET MİTHAT Efendi (2000a), Hasan Mellâh yahut Sır İçinde Esrar,
Haz. Ali Şükrü Çoruk, Türk Dil Kurumu Yayınları, Ankara
AHMET MİTHAT Efendi (2000b), Zeyl-i Hasan Mellâh yahut Sır İçinde Esrar,
Haz. Ali Şükrü Çoruk, Türk Dil Kurumu Yayınları, Ankara
AHMET MİTHAT Efendi (2000c), Çengi, Kafkas, Süleyman Muslî,
Haz. Erol Ülgen - Fatih Andı, Türk Dil Kurumu Yayınları,
Ankara
AHMET MİTHAT Efendi (2000d), Acayib-i Alem,
Haz. Erol Ülgen - Fatih Andı, Türk Dil Kurumu Yayınları,
Ankara
AHMET
MİTHAT Efendi (2004), Üss-i İnkılap, C.I-II, Haz. Tahir Galip Seratlı,
Selis Kitaplar, İstanbul
AHMET MİTHAT Efendi
(2000e), Cellât, Esrâr-ı Cinâyât, Haz. Nuri
Sağlam, Ali Şükrü Çoruk, Türk Dil Kurumu Yayınları, Ankara
BERKES(2003), Niyazi,
Türkiye’de Çağdaşlaşma, Yapı Kredi Yayınları, İstanbul
DUMAS(2003), Alexandre, Monte Cristo Kontu, C.I-II, Çev. Aysen
Altınel, İthaki Yayınları, İstanbul
ECO (2011), Umberto, Prag Mezarlığı, Çev.Eren Yücesan Cendey,
Doğan Kitap, İstanbul
FİNDLEY(1999), Carter V., Ahmed Midhat Efendi Avrupa’da, Çev.Ayşen
Anadol, Tarih Vakfı Yurt Yayınları, İstanbul
KORKMAZ, Ferhat (2010), “Ahmet
Mithat Efendi’nin Romanları ve Romancılığı (1874-1884)”, Yayımlanmamış Doktora
Tezi, Dicle Üniversitesi: Diyarbakır
KORKMAZ, Ferhat (2011). “Bir
Gazetecinin Romanı: Esrâr-ı Cinâyât”, Turkish
Studies, Vol: 6/3, ss.1049-1063
MARDİN, Şerif (1996), Yeni Osmanlı Düşüncesinin Doğuşu,
İletişim Yayınları, İstanbul.
OKAY(1975), Orhan, Batı Medeniyeti Karşısında Ahmet Midhat
Efendi, Atatürk Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Yayınları, Ankara
SAİD
(2010), Edward, Şarkiyatçılık- Batı’nın
Şark Anlayışları, Metis Yayınları, İstanbul
SUNGU
(1999), İhsan, “Yeni Osmanlılar Cemiyeti”, Tanzimat,
C.II, Milli Eğitim Bakanlığı Yayınları, İstanbul
TANPINAR(1988), Ahmet Hamdi, 19’uncu Asır Türk Edebiyatı Tarihi,
Çağlayan Kitabevi, İstanbul
UÇ(2000), Himmet, Ahmet Mithat San’at ve Edebiyatı, Bizim
Büro Basımevi, Ankara
[1] Şerif
Mardin (1996), Ebuzziya Tevfik’e dayandırarak verdiği bilgide, Yeni Osmanlılar
teşkilatını kurmak için 1865’te Beldrad ormanlarında yapılan toplantıya
Ayetullah Bey’in iki kitap getirdiğini belirtir (s.29).
[2]
Asıl adı Domingo Badia Y Leblich olan Dominico Badia 1767-1818 yılları arasında
yaşamıştır (Korkmaz 2010: 118)
[3] Edward Said (2010), Richard
Francis Burton (1821-1890)’un “Hintli Müslüman bir hekim kılığında” (207) Mekke
ve Medine’de yaşadığını ve mükemmel Arapça konuştuğunu dile getirir. T. E .
Lawrence de Müslümanların içine sızarak onlar gibi yaşayan kişilerdendir. Edward
Said, Lawrance ile birlikte Henry Palmer (Dominico Badia gibi öldürülür), D.G.
Hogart, Gertrude Bell, Ronald Storss, St. John Philby ve William Gifford
Palgrave gibi isimleri “Şarkiyatçı ve imparatorluk ajanı” olarak değerlendirir.
(a.e., s.209) Dolayısıyla kronolojik olarak bakıldığında Dominico Badia, bu tiplerin
öncü örneğinin edebiyatımıza yansımış biçimidir.
[4] Carbonari cemiyetinin İtalyan
mafyasının temel ilham kaynağı olduğu ve güçlenmesinde bu geleneğe
yaslanmasının etkili olduğu hususu bir iddia olarak ileri sürülebilir.
[5] Edward
Said (2010), düşmanlık ve kinin
belirlediği bu tarz metinlerin oluşum süreci ile dogmatik şarkiyatçılığın doğum
sürecini benzer sebeplere dayandırır (s.320).
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder